2024'e giriş yapmışken, uluslararası toplumun daha çalkantılı bir Ortadoğu olasılığını kabul etmesi ve hazırlıklı olması çok önemli. Çünkü Gazze'de devam eden çatışma, birçok cephede ortaya çıkan ve Ortadoğu'da daha fazla istikrarsızlığa yol açabilecek bir dizi bölgesel gerilimi tetikledi. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken da, geçen Pazar günü gerçekleşen ölümcül saldırının ardından Ortadoğu'daki durumun "inanılmaz derecede istikrarsız" olduğu konusunda uyardı.
Güney Lübnan'da yükselen gerilim, Kızıldeniz'de Yemenli Husilerin deniz saldırıları, İran ile Pakistan arasında büyüyen askeri çatışma, Sudan'daki yoğun çatışmalar, Ürdün Hava Kuvvetleri ile Suriye'deki uyuşturucu kaçakçıları arasında genişleyen çatışma penceresi, Irak ve Suriye'de ABD kuvvetlerine yönelik artan saldırılar ve her iki ülkede mezhepsel gerilimlerin tırmanması, tüm bu gelişmelerin, bölgenin tamamını benzeri görülmemiş bir çatışma sarmalına sürükleyebilecek ve Ortadoğu'nun ötesinde olumsuz etkileri olabilecek güvenlik sorunlarını yansıttığını düşünüyoruz.
Hamas'ın özel olarak askeri bir zafer beklemediği, halkla ilişkiler adı verilen bir zaferi hedeflediği artık çok açık. Bu durum zaten karmaşık bir ittifaklar, rekabetler ve jeopolitik çıkarlar ağı yaratıyor ve bu da istemeden de olsa er ya da geç İran'ın dahil olduğu bir askeri gerilime yol açacak.
İran'ın bölgesel çatışmaları kendi ajandasını ilerletmek için kullandığı, Hamas ve İsrail'in de dahil olduğu mevcut tırmandırmanın İran'a güçlerini sergileme ve nüfuzunu ortaya koyma fırsatı sunduğu biliniyor. İran, Gazze'deki çatışmanın kazananı, ama bununla birlikte İran'ın Gazze'deki fiili savaşa ilişkin tutumuna oynanacak herhangi bir bahsin yersiz olduğu da vurgulanmalı. Çünkü İran'dan kaynaklanan bölgesel ve hatta küresel tehdit, Hamas ile İsrail arasındaki çatışmanın ötesine geçiyor ve kaynağında bu savaş değil, Ortadoğu'da Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve Ürdün gibi çeşitli vekalet ile yürütülen çatışma noktaları yatıyor. Ürdün'ün son dönemde İran bağlantılı uyuşturucu kaçakçılarını hedef alarak Suriye topraklarına başarılı hava saldırıları gerçekleştirdiği bildirildi. Son hava saldırıları, Suriye'deki İran bağlantılı örgütlerin Ürdün'e ve daha geniş bir bölgeye yönelik oluşturdukları tehditlerin boyutunu gösteriyor. Ürdün-Suriye sınırındaki bu kaçakçılık faaliyeti, İran destekli silahlı örgütlerin doğrudan katılımının yanı sıra boyut ve içerik (gelişmiş silahlar) açısından da yoğunlaşıyordu.
Gazze'deki çatışmanın dalga etkisi ve İran ile onun Suriye ve Lübnan'daki vekillerinin nüfuzu göz önüne alındığında, Ürdün sınırı boyunca Captagon kaçakçılığının artması ve bunun da Ürdün'ün Suriye'deki bu örgütlere yönelik askeri faaliyetlerini yoğunlaştırmasına yol açması çok muhtemel. Suriye'de artan istikrarsızlık ve çatışmalar da ülkedeki ABD kuvvetlerine yönelik yeni saldırılardan kaynaklanıyor olabilir. Nitekim İran destekli milisler, 17 Ekim 2023'ten bu yana Suriye ve Irak'ta ABD kuvvetlerine yaklaşık 130 saldırı düzenlediler. En sonuncusu geçen Pazar günü Suriye-Ürdün sınırında üç Amerikan askerinin öldürülmesi ile sonuçlanan saldırıydı ve geniş çaplı bir askeri çatışma olasılığını canlandırdı. Tamamen İran'ın desteklediği bu milisler, bölgenin güvenliğini sürekli tehlikeye atıyorlar. Bunlara ilaveten, Irak, yakın zamanda İran'ın desteğiyle ABD güçlerinin topraklarındaki varlığına son verme sözü verdi. Bu, yalnızca İran'ın kendi siyasi ajandası için Irak'taki nüfuzunu artırmasına olanak tanımak ile kalmıyor, aynı zamanda potansiyel olarak DEAŞ’a bir kez daha kapasitesini artırma fırsatı da sağlıyor. Zira ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Irak'taki temel görevlerinden biri de DEAŞ’ın Irak ve bölgeye yönelik oluşturduğu tehdit ile mücadele etmek.
Burada Lübnan'ı gözden kaçırmak mümkün değil. Lübnan, İran'ın onlarca yıldır muazzam bir nüfuza sahip olduğu ve en etkili silahlı grubu Hizbullah'ı kurduğu ülkelerden biri. Nitekim Hamas ile İsrail arasında Gazze'deki çatışmaların başlamasından bu yana Hizbullah, Güney Lübnan’ı İsrail ile olası bir doğrudan askeri çatışma için sıcak bir noktaya dönüştürdü. Güney Lübnan'da son aylarda devam eden sınır gerginlikleri bir yana ülke, Hizbullah’ın güneydeki Tahran destekli milislerini İran'ın emriyle İsrail ile geniş çaplı bir savaşa itmesi durumunda, varoluşsal olarak tam bir kargaşaya sürüklenme riskiyle karşı karşıya bulunuyor.
Bu bağlamda tarih, İran'ın doğrudan çatışmaya müdahil olmaktan çekinirken, bölgedeki vekil kollarını destekleme ve silahlı çatışmalara itme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bu eğilim, son dönemde Yemen'de Husiler ve Gazze'de Hamas'ın dahil olduğu devam eden olaylarda açıkça görülüyor. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki Güney Lübnan örneğinde Hizbullah ile İsrail arasında geniş çaplı bir silahlı çatışma yaşanırsa bunun bölge üzerinde Gazze'deki savaştan çok daha yıkıcı bir etkisi olacak. Bunun nedeni, Lübnan'daki İran destekli milislerin, Gazze'deki Hamas'a kıyasla daha iyi silahlanmış olmaları bir yana, daha organize ve daha geniş küresel ağlara sahip olmalarıdır.
Farklı bir cephede, İran'ın tam desteğine sahip olan Yemen'deki Husiler, Gazze'deki çatışmaların başlamasından bu yana saldırı stratejilerini genişletip saldırganlık düzeyini yükseltti. Küresel ticaretin yaklaşık yüzde 10'unun Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı'ndan geçen gemiler aracılığıyla taşındığı göz önüne alındığında, eylemleri nakliyat sektörü için büyük bir tehdit oluşturuyor. Husilerin deniz saldırıları nedeniyle nakliye maliyetleri halihazırda yüzde 300 arttı ve bu durumun dünya çapında taşınan malların nihai fiyatları üzerinde olumsuz ekonomik etkileri olması muhtemel.
Husilerin silahlı gücü hızla ortadan kaldırılmadığı sürece dünya, ABD ve İngiltere'nin hava saldırılarına yanıt olarak yapılacak deniz saldırılarında bir artışa sahne olacak. Buna ek olarak, ABD'nin Husilerin oluşturduğu deniz tehditlerine karşı koyma çabalarını desteklememeleri için baskı yapmak amacıyla Husilerin, bazı komşu ülkelere yeniden saldırılar düzenleme yoluna başvurması çok muhtemel.
Diğer taraftan Irak Hizbullah hareketi, Yemen'de Husilere yönelik saldırıların ardından Amerikan çıkarlarının "güvende olmayacağını" ifade etti. Bu, bölgedeki tüm İran destekli milislerin, bölgenin istikrarına ve güvenliğine yönelik artan bir tehdit ve yakın bir tehlike oluşturduğu anlamına geliyor. Kızıldeniz'de seyrüsefer güvenliği, Etiyopya’nın bir liman ve deniz üssü geliştirme karşılığında Somaliland'ın bağımsızlığını tanımasının bir sonucu olarak Somali ile Etiyopya arasındaki gerilimin tırmandığı karşı kıyıdan, yani Doğu Afrika'dan gelen artan bir tehdit ile de karşı karşıya bulunuyor. Bu konu fiilen her an patlayabilecek potansiyel bir silahlı çatışma yolunda ilerliyor.
Aralarında ABD, Mısır, Türkiye ve Arap Birliği ülkelerinin de bulunduğu birçok ülke, Etiyopya'nın Somaliland ile yaptığı anlaşmayı kınadı ki bu da Ortadoğu'da istikrarsızlık riskinin devam ettiği anlamına geliyor. Öte yandan, nükleer silah sahibi olmak isteyen İran ile nükleer silahlara sahip Pakistan arasında gelişen askeri çatışma da Ortadoğu'nun nasıl kolayca kargaşaya sürüklenebileceğine dair bir diğer önemli unsuru temsil ediyor.
Belki de Amerikalılar ile bölgedeki Arapların, İran'ın direniş eksenindeki vekillerinden gelen tehditlere etkili bir şekilde karşı koymaya katkıda bulunacak stratejik savunma iş birliğini daha da pekiştirmeleri ve bölgesel kapasiteyi geliştirmeleri gerekiyor. Birleşik, tutarlı ve iyi donanımlı bir askeri yaklaşım, İran'ın eylemlerine karşı caydırıcı olabilir ve bölgede istikrarı takviye edebilir.