Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Çözüm kendine güvenmekten geçiyor

Dünyanın iç içe geçmiş bir köy haline geldiği ve ne kadar zengin ve güçlü olursa olsun hiçbir ülkenin tüm dünyadan vazgeçip tecrit ve izolasyon içinde yaşayamayacağı doğru.

Gerçekten de ülkeler arasındaki ilişkilerin deneyim paylaşımı, ticaret, kültür aktarımı ve diğer iş birliği ve etkileşim unsurları açısından çok önemli olduğuna şüphe yok.

Gelgelelim, farklı yorumlara izin veren bu düşünce şu temel gerçeği çürütmemektedir. Kendine güvenmek esas, öz ve temel olan şeydir ve dışa açıklık, başkasından bir şeyler alma ve onunla alışveriş yapma sadece zenginleşmenin bir yoludur. Bu çerçevede, tek bir birey için geçerli olan, halklar ve ülkeler için de geçerlidir. Kendine güven başarıya giden yoldur. Kendinize güvenmediğiniz ve kaliteli bir destek almadığınız sürece kimse size yardım etmeyecektir.

Arap dünyasının ve Arap toplumlarının kendilerine güvenmeleri ve geçerliliği yalnızca güçlü ve zenginler nezdinde kanıtlanmış küresel sloganlara aldanmamaları gerektiğini konuşmak için böyle bir girizgâh yapmak istedik.

Bu konuda Gazze halkının durumuna bakmamız yeterli olacaktır. Çocukların ve kadınların başlarına neler neler geliyor. Çocuklar ve Arap kökenli Filistinliler herkesin gözü önünde katlediliyor. İsrail tüm kınamalara rağmen kayıtsız kalarak saldırganlığını ve tehditlerini sürdürüyor. İş öyle bir noktaya vardı ki, İsrail, Filistinlilere yardım dağıtımını üstleneceğini duyurdu. Yani insani yardımın dağıtımının sorumlusu, çocukları ve kadınları öldürenler, ailelere büyük acılar yaşatanlar ve birçok aileyi yok edenler olacak!

Bu, Arap dünyasına yönelik provokasyonun ve zorbalığın doruk noktasıdır.

Ayrıca, her ne kadar ‘uluslararası’ olursa olsun, uluslararası kuruluşların İsrail dosyasında hiçbir etkisinin olmadığını ve Arap dünyasının en önemli meselesi olan Filistin meselesini desteklemek için onlara güvenilemeyeceğini Gazze savaşı deneyimiyle görmüş olduk.

Bir şeyleri kesinleştirmek ve bir düşünceyi diğerine bağlamak önemli. Bu bakımdan, ilk düşünce şu ki Filistin meselesi, Arap dünyasının tüm gerçekliğiyle bağlantılıdır ve dünyanın bizimle ilişkisini ve bize verdiği desteğin boyutunu belirleyen bir termometredir. İkinci düşünce de şu ki, belirli taraflara bel bağlamak beyhudedir. Çünkü güç dengesi, İsrail ile hata ve suçlarında ona arka çıkanların hâkimiyetindedir. Burada bahsettiğimiz arka çıkmak, açıklama ve slogan düzeyinde bir destek değil, uluslararası ceza mekanizmalarının kullanıldığı bir destektir.

Yani onlarca yıldır aynı ders çeşitli şekillerde tekrarlanıyor. Birçok deneyim var ama sonuç aynı: Dünyanın Arap kanının her damlasını değerli görmesi için kendimize güvenmemiz ve güç sahibi olmamız gerekiyor.

Neredeyse çeyrek asır geçti, yeni milenyumdayız; ancak durum, özellikle de Filistin-İsrail çatışmasının yansımaları açısından düşünüldüğünde gittikçe kötüleşiyor. Bu açıdan bakıldığında Arap dünyasının son derece karmaşık bir dönemden geçmekte olduğu bu dönemde objektif, akılcı, cesur ve samimi bir tarihsel değerlendirmeye ihtiyaç var.

Pusulamız, kendimize dair bir tasavvurumuz ve engellerimize dair farkındalığımız yok ve bu anlayışı bir anda yaratmayı başaramayız. Ancak ipin ucunu tutup oradan başlamak mümkün. Bu kendine güvenme ipi, kendi içinde, görüşü yavaş yavaş daha net hale getiren ışık hüzmesi içeren bir yolu temsil eder.

Bu nedenle kendine güvenme fikrine odaklanmak, kişinin yeteneklerini ve potansiyellerini harekete geçirmesinde ve kendini gerçekleştirme yoluna girmesinde çok önemli bir meseledir. Belki gıda güvenliğini sağlamak için çalışma ve insan sermayesine en yüksek yeri vermenin yanı sıra doğanın bize verdiklerine de güvenebiliriz. Bütün bunlar kendine güvenme hedefine ulaşmanın temel unsurlarını temsil eder.

Kendine güvenmek, birikmiş deneyimlerin sonucudur ve aynı zamanda bir kültür ve yaşam biçimidir. İnsan için doğanın ilk dersleri, dünyaya çok benzeyen ormanın ilk dersleri dersek abartmış olmayız. Zira ormanda tüm canlılar kendilerine güvenir ve her canlının bir güç sırrı vardır.

Kendine güvenme mücadelesinin ilk turu, geçim, ihtiyaçsızlık ve her devletin kendi halkına yiyecek sağlama becerisi üzerine yapılan bahsi kazanmaktır. Gerçek egemenlik, açlık canavarını öldürmekle başlar.

Toplumlarımızın çalışmayla ilişkisini geliştirmesi ve çalışmayı kutsal bir değer olarak görmesi gerektiğini; toplumlar olarak sağlıklı ilerlemenin ve kendini gerçekleştirmenin tembellik ve rehavetten değil, çaba harcamaktan ve yaratıcılıktan geçtiğini unutmamalıyız. Nitekim çok çalışan toplumlar çözüm bulmakta ve zorluklara göğüs germekte zorlanmazlar.

Bireyler, halklar ve ülkeler olarak kendimize güvenmemize gerçekten ihtiyacımız varken, kendine güvenme kültürünün gelecek nesillere aktarılmasına daha çok ihtiyacımız var.