Abdulaziz Tantik
TT

İsra/Miraç: İnsanın kutlu yürüyüşü/yolculuğu…

İnsan, yeryüzü yolculuğuna gönderilmiş bir varlık olarak dünya yaşamını sürdürmektedir. Bu dünya ona yabancı olduğu kadar ruhunu acıya boğan bir boyutu da içinde taşımaktadır. Dünyayı aşma çabası ise hep bir engelle/yenilgiyle sonuçlandığı için buna yönelmede de tereddüt yaşamaktadır. Ama insan, hep az ile yetinmeyi pek sevmez, çoğa göz kırpar ve ona göre bir tercih skalasına sahip olur. Bu insanın içinde var olduğu psişik durumun kendine has boyutunu işaret eder.

İnsanın dünya yaşamını yetersiz gördüğü zemin ve zamanlar giderek çoğalmaktadır. Yaşadığı acı tecrübeler ve içinde bulunduğu ruh hali onun hep uzaklara gitme arzusunu güçlendirir. Kendini dinlemeye başlayan her insan, yaşadığı anlardan sıkılarak başka anlara rücu etmeyi arzular. Özellikle de kulluğunu gereği gibi yaşamak arzusunu derinden taşıyanların, içinde bulundukları dünyevi kaygılar yüzünden hep bir ‘aşkınlığı’, hep bir ‘Allah’a yakınlığı’ arzulayarak dünyayı erken terk etme isteği hissedilir. Bu durumu işaret eden insanın iç huzursuzlukları da bilinen bir gerçekliği işaret eder.

Fakat insan, içinde bulunduğu durumu aşma potansiyeli taşıyan ve bunu kendi gerçekliği içinde yaşayan bir varlıktır. Diğer varlıkları tam olarak bilemediğimiz için tek varlık türü demenin kendi içinde sakıncalı tarafı olabilir. Ancak, an ile irtibatını hem hafıza üzerinden geçmişten, hem de hayal gücü üzerinden geleceğe eklemleyerek yaşama tecrübesi bulunmaktadır. Kulluğun deneyimlendiği zeminde ise ‘aşkınlığı’ zaten tecrübe edebilmektedir.

Bu tecrübeler kendisine ‘ilahi inayet’ üzerinden verildiği bedihidir. İnsan sahip olduğu her şeyi verili olarak kendinde bulmaktadır. Bu temel gerçekliğin insanda oluşturduğu tezahür ise ‘alçak gönüllülük’ olarak tezahür etmelidir. Tevazuu insanın sahip olabileceği en temel haslettir. Bu tevazuu hasletine şükür hasletini eklediği zaman kendisine ilahi ikramın çoğalarak gelmesinin kapıları da aralanmaktadır.

İnsan, kendi anlamını bulduğunda ve bu anlamın peşinde ilahi bir davetin gerçekleştirilmesinin aracılığını tercih ettiğinde karşılaştığı her zorlu süreçte ilahi inayetin varlığını yanında hissetmesinden daha normal bir durum söz konusu edilemez! Bu davet yolunda bir yürüyüşe çıkan her kulun tecrübesini edindiği bir olguyu işaret eder. Kendisini Allah yoluna adayan kulun, şartlar gereği sıkışmışlığının onda ürettiği gerginliğin ve sıkıntının giderilmesine matuf ilahi inayet ona bir ‘genişlik’ ihsan eyler. Bu durum aynı zamanda peygamberlere dua olarak öğretilmiş bir olguyu haber verir.

İnsan hallerinin bütünlüğü içinde kendi indirilmiş olduğu sınırları aşma arzusu tartışılamaz bir olgudur. Bu aşma girişimlerinin negatif boyutları olan uyuşturucu kullanımı tipi hastalıklarda açığa çıkabilir. Ama bu arzu temel insani hasletin tipik özelliğidir. Bunu insanın her aşamasında görme imkânı bulunmaktadır: siyasette, ticarette, bilimde, şanda, şöhrette, makamda vesaire…

Peygamber (as) kendi yolculuğu sürecinde en yakın ve kendisine tam destek veren iki insanı kaybetmiştir. Amcası Ebu Talip ve Eşi Hatice annemizi… Bu durum peygamberi gerçekten çok üzmüştür. Zaten tam bir ambargo ile karşı karşıya kaldığı bu süreçte ruhu daralmış ve kendini bitap düşürecek bir psikolojik hale düşmesi an meselesidir. O peygamber de olsa bir insandır. Bu insan olma vasfı en temel özelliğidir. Bu yüzden onun yaşadığı bir tecrübeyi, ilahi inayet ile bir başka insanın yaşamasını düşlemekte yanlış olmasa gerektir. Zaten birçok ortak özelliği yukarıdan itibaren aktardık. Burada ilahi inayetin belirleyiciliği kesinlik arz eder. Ama ilahi inayet her kulun kendisinde de bir potansiyel imkân olarak bulunmaktadır. Peygamberin davası uğruna düştüğü bu daralma hali aynı zamanda davaya zarar verme potansiyeli de doğurabilir bir özellik taşımaktadır. Peygamberin insan olma vasfı hiçbir zaman gözlerden ırak tutulmamalıdır ki her insanın temsilcisi ve sembolü olarak işlevselliğini de doğru bir zeminde anlayabilelim… Tabi ki birebir bir peygamberin yaşadığı hali herhangi bir insanın yaşama imkânı bulunmamaktadır. Ama benzer duyguları yaşama imkânı her zaman bulunacaktır. Ortak ilgileri, ortak doğaları, ortak bakışları, ortak idrakleri ve ortak hissiyatı bu zemini sağlar.

Daralmadan kurtulmanın farklı yolları ve yöntemleri bulunmaktadır. İlahi inayetin nerede ve nasıl ulaşacağını kestirmek her zaman zor bir durumu işaret eder. Çünkü kuşatılamaz bir ulûhiyet durumundan söz ediyoruz. Bu yüzden aramak ve istemek/duada bulunmak kulun sorumluluğunda ilahi inayet ise Rabbin emri ile sağlanabilir. Burada insana düşen çaba ve gayret göstererek samimi bir içtenlikle duada bulunmaktır.

İsra, bir yolculuk ise bu her kulun ilahi rızaya matuf bir kulluğun izdüşümü olarak onun payına düşen bir olguyu gösterir. İsra’nın gerçekleşimi farklı tezahürlere sahip olabilir. Burada aynılıktan çok her kulun bu kutlu yürüyüşü gerçekleştirme arzusu taşıması ve bu ilahi inayete haiz olabilmenin imkânlarını geliştirmek için gereken çaba ve gayrete sahip olmasıdır. İnsan, ilahi rızaya matuf bir hayatı kendisine rehber edinerek gönderilmiş vahyin işaretlerini takip ederek kendi yolculuğunu sürdürmelidir. Peygamberi uygulamayı kendine örnek kılarak ona benzeme çabası onun yaşadığı birçok olağanüstü durumu yaşamasına imkân sağlar. Burada insanlığın bir bütün olarak tek bir insanda tezahür edebileceği gerçeğini anlamak önemli bir konumu ihtiva eder.

 İnsan talep ederek ulaşır. Talebinin peşinde koşarak elde eder. Bu konuda karşılaşacağı zorluklara göğüs gererek amacına ulaşır. Hiçbir çabaya sahip olmayan insanın potansiyel olarak kendisinde bulunan birçok hasletini kaybetme ile karşı karşıya kalacağı da apaçık bir gerçekliktir. İnsanın ziyanda oluşuna yapılan göndermede bunu görmek zorunludur. İnsanın kaybeden bir özelliği olduğu unutulmamalı ki yaptığı her şeyin onu ya zaafa veya güce taşıdığı kesinlik kazansın… İnsan, zaaflarını aşarak gücünü elde eder. Bu gücü elde ederken de ilahi inayetin varlığını asla göz ardı etmemelidir. Çünkü insan Allah’tan kopuk bir yaşamı sürdürdüğü sürece kendi özelliklerini kaybetmeye mahkûm olur.

İşte modern insan anlam arayışını yitirdiği için reel olanın cenderesinde kendini kaybetmektedir. Din, iman, nübüvvet gibi temel kavramları ispat edemediği için reddederek kendini imha etmektedir. Anlam yoksa yolculuk da olmaz! Anlam olmadan dava ve dava uğruna yapılacak yolculuk ve yürüyüş ortadan kalkar! Bu yüzden insan, önce anlam arayışını temellendirmelidir. Anlam ise insanı aşkınlıkla buluşturacak yegâne arayıştır. İnsanın kendini feda edeceği bir anlamı varsa yolculuk ona keyifli gelecektir ve yürüyüş ona dünyanın en zevkli işi halini alacaktır.

Ed- Din ise insana bir anlam hediye eder. Ona yeryüzünün en anlamlı varlığı olduğu şuuru kazandırır. Yeryüzünü sadece geçici bir mekân yaşamayı da geçici bir zaman olarak isimlendirir. Mekân ve zamanın geçiciliği ise mevcudu geçici bir tabiata taşıyacağı için bu idrak insanın özgürleşmesi için doğru bir idrak sunacaktır. Çünkü insan kalıcı olana yönelik bir isteğin sahibidir. Bu sebeple geçiciliğin esaretinden kurtularak kalıcılığın özgürleştirici boyutuna yönelik bir isteği ve buna dayalı bir çaba ve gayreti ortaya koymaya yönelik bir iradeyi de kuşanacaktır. İşte o zaman insan, kendisine bu yolculukta işaret taşları olacak dinin getirdiği vahyin bilgisine istinat ederek kendi varlığının anlamını ve kulluğunun dayandığı anlamı keşfederek kendi yürüyüşün belirgin kılar. Kalıcı olanın Allah/Rabbi olduğu gerçeğini idrak ettiği andan itibaren, Rabbine yönelik bir yönelimi de zorunlu olarak koşullanır. Bu koşullanma ile kulluğun zorlayıcı sebeplerini aşmada kendisine bir kudret eli dokunuşu sağlanarak yolunu ve yolculuğunu kolaylaştırır.

İşte bu zorluk ve kolaylık süreçleri içinde insan sürekli aşkınlıkla bağ ve bağlantılar kurarak kendisini ilahi inayete açık halde tutmayı öğrenir. Böylece anbean ilahi irade altında varlığını idame ettirdiği idraki ve şuuru ile iradesini keskinleştirerek eyleme dönüştürür. Salih amel ile bezediği ömrü ise onu yolculuğunda sarmalayarak ilahi inayete hazır halde tutmaya vesile kılınır. Böylece her adımında ilahi yardımı celbedecek bir eylemi ve niyeti peşinen kuşanır. Böylece sadece ‘beklemeye’ başlayarak ilahi inayetin gelişini hızlandırır. Allah ile kurulan yakınlığı o kadar içten benimser ki artık o yakınlık olmadan huzursuz olmaya başlar. İşte bu noktada aşkınlıkla buluşmalar kendisi için mukadder olur. Kendisine ait bazı tecrübeler yaşar ve bu tecrübeler onu başka tecrübelere de hazır hale getirir. Artık o insan aşkınlığı kendi reel gerçekliği içinde yaşayarak varlığını zenginleştirecektir.

İnsan, sahip olduğu her özelliği ile var olmaya çabaladığı zaman ilahi emrin gerçekleştirimini sağlama konusunda ileri bir adım atmaya takat getirebileceği için kendisine ilahi ikramın verilmesinin koşullarını da sağlamış olacaktır. İnsanın attığı her adım İlahi adımların kendisine yönelmesini sağladığı ilahi bilgi ile belirtilmiştir. Peygamberi habere göre kul Allaha yönelerek adım attığında O kuluna koşarak cevap verecektir. Bu haber en büyük muştudur. İnsan, Rabbine yönelerek her şeyi geride bıraktığı an ulûhiyet içinde kendi makamına erişecek bir zemine de adım atmış sayılacaktır. İlahi rahmetin mutlaklığı ve gücü ile ilahi zenginliğin bereketi ve mutlaklığı insanın atacağı bir adım ile harekete geçmeye hazır bir şekilde beklediği gerçeği idrak edilmelidir. Ama insan bu gerçekliğe uzak yaşamayı tercih ederek birçok güzellikten kendini men etmektedir.

EY İNSAN! RABBİNE YÖNEL…

 O’NA YAKINLAŞ Kİ SANA İLAHİ HAZİNELERİN KAPISI AÇILSIN… BU GECE VE BENZERLERİ BU HAZİNELERİN KAPILARININ AÇILDIĞI ANLARDIR. İNSAN! BU FIRSATI KAÇIRMA…