Bekir Uveyda
TT

Gazze savaşı hiçbir savaşa benzemiyor

Birçok kişi, başlıkta belirtilen içerikle ilgili olarak bu makalenin yazarından önce davrandı... Elbette insanların savaşları, binlerce yüzyıl önce ormanların derinliklerinde su, güvenlik ve yiyecek arayışıyla ortaya çıkışından, ‘Yıldız Savaşları’ adını taşıyan sinema ve televizyon ürünlerinin hayal gücüne kadar düşünüldüğünde birbirinden farklıdır. İşte buyurun, dünya atmosferinden uzakta, bilinmeyenin yörüngesinde yüzen gezegenlerin yüzeyleri üzerindeki nüfuz mücadelesi adeta çağın gerçeklerinden biri haline geldi. Bu savaş, her ne kadar dünyadaki uzay bilimi teknolojilerinin büyük sahipleri arasındaki barışçıl rekabet çerçevesinde olsa da halihazırda yaşanıyor. Ancak İsrail’in, askeri liderlerinin ‘Gazze çevresi’ olarak adlandırdığı bölgeye Filistinli savaşçıların sızmasının ardından, kendi halkını tamamen saran paniğe tepki olarak Gazze Şeridi halkına karşı yürüttüğü savaş gerçekten farklı ve bunu öylesine de söylemiyoruz. Bu savaş ile tüm Arap-İsrail savaşları da dahil olmak üzere ondan öncekiler arasında pek çok farklılık var. Belki de bunların en başında bunun Filistin-İsrail kan dökme dizisini uzun süreliğine durduracak bir savaş olma olasılığı (ki bu gerçekleşirse çarpıcı olacak bir paradokstur) geliyor.

Eminim, bu nasıl olabilir diye şaşırmış bir şekilde soru soran biri çıkacaktır. Ancak cevap, sadece Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nda değil, tüm büyük savaşların sonlarıyla ortaya çıkan bir arada yaşamada yatıyor. Sıkça tekrarlanan şöyle bir söz var; barış, savaşın girdabında bitap düşen düşmanlar arasında ortaya çıkar. Bu tamamen doğru bir kaidedir ve Filistin/Arap-İsrail durumunda olduğu gibi aralarındaki düşmanlıklar tarihsel ya da ideolojik olmasa da uzun süredir savaşan halklar arasında bile geçerlidir. Örneğin, Afrika’da 18’inci ve 19’uncu yüzyıllar boyunca çatışan kabileler arasında barışın tesis edilmesi, geçmişte farklı kesimlerden milyonlarca insanın hayatını kaybettiği, hatta herkesin tükendiği savaşlarla mümkün olmuştur. Bu hayatın ironilerinden biridir; daha önce husumetlerin uzun süre devam ettiği gibi uzun sürecek dostluk yolunun açılması için ortada bir düşmanlık olması şarttır.

Ancak bu, İsrail’in Gazze Şeridi’nde devam eden acımasız savaşının farklılığının genel bir yönüdür. Bu savaşı öncekilerden ayıran yönlere gelirsek; bunlar tüm dünyadaki insanlar için ayan beyan ortadadır. İsrail’in bir tür soykırım uyguladığı gerçeğinin ortaya çıkması, Tel Aviv’in en yakın müttefiklerinden bazı başkentleri bu davranışları onaylamamaya itti. Gelgelelim, Refah’taki savunmasız sivillere yönelik beklenen katliamdan önce Washington, Paris, Londra ve diğer başkentlerin çıkıp olacakların sonuçlarına karşı uyarıda bulunması, gelecekte tarihi bir sorumluluktan ellerini temizlemek için uyarıda bulunmaktan ibarettir. Nitekim bu uyarılar herhangi bir ciddiyet taşımamakta ve İsrail savaş makinesini güçle bile olsa caydıracak samimi bir çabadan yoksundur. Evet, tıpkı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) Sırbistan’ın Bosna-Hersek’teki askeri vahşetini durdurmak için güç kullanması ve ardından Sırp Radovan Karadzic ve Ratko Mladic’i Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) çıkmaya zorlaması gibi, NATO Binyamin Netanyahu’yu ve onun savaş kabinesindeki ortaklarını kendilerinin de aynı kaderi paylaşabileceği konusunda uyarabilir. Peki, bu beklenebilir mi?

Büyük olasılıkla bu sorunun cevabı olumsuz olacaktır. Nitekim NATO ülkelerinin İsrail’i bu şekilde terk edeceğini tahayyül etmek zor. Ancak Netanyahu’nun Gazzelileri Refah-Sina sınırını geçmeye zorlama konusunda ısrar etmesi halinde Batılı liderlerin daha sert tavırlar almak zorunda kalabileceği varsayılabilir. Netanyahu’nun dediğini yapması durumunda her şey için çok geç olabilir ve böyle bir durumda daha büyük bir savaş cehenneminin kapaklarını açmaktan kaçış olmaz.