Faysal Muhammed Salih
Sudan eski Enformasyon Bakanı
TT

Bir kez daha kaybettiğimiz insanlığımız

Geçen haftaki yazımda “Sudanlılar insanlıklarını mı kaybettiler?” diye sormuş ve ülkemizde yaşanmayacağı ve Sudan vatandaşları tarafından işlenmeyeceği düşünülen hadiseleri ve olayları aktarmıştım. Savaşın ve taşıdığı felaketlerin, dehşetlerin ve suçların insanlığımızı kaybetmemize, vahşetten başka bir şey olarak tanımlanamayacak şekilde davranmamıza neden olduğu sonucuna varmıştım.

Yazıya ciddi tepki ve yorumlar geldi, nitekim kimileri bu görüşe katılırken, kimileri de kızarak bunu Sudanlıların kişiliğine hakaret olarak değerlendirdi. Bu grup arasında da kimisi bunu Sudanlıları sahip olmadıkları olumsuz nitelikler ile tanımlama sayarken, bazıları da her Sudanlı vatanseverin dünyaya açıklamaması, aksine kendi iç çerçevesinde tutması gereken kirli çamaşırları yaymak olarak gördüler.

Gerçekleri inkâr eden birinci tip eleştiricilerle, çok sayıdaki çeşitli gerçekleri ve delilleri sunarak yüzleşebiliriz. Bu deliller ile ister ikna olsunlar ister olmasınlar biz vicdanımızı rahatlatmış ve yapılması gerekeni yapmış oluruz.

Asıl sorun, hadiseleri ve olayları bilen, yaşandığını kabul eden ve bunları açıklamayı, yazmayı vatana ihanet sayan diğer kanattır. Bu yutulması ya da kabul edilmesi zor bir mantık, çünkü öyle görünüyor ki bu kanattakiler bir yandan dünyanın hâlâ insanların komşu köyde ne olup bittiğini bilmedikleri Orta Çağ'da yaşadığını zannediyorlar. Diğer yandan bilgileri saklamanın etkili ve yeterli bir tedavi olduğuna inanıyorlar. Aynı kanat, savaşın hangi tarafı ile durduğuna bağlı olarak değişen bir mantık da taşıyor. Ordunun tarafını tutanlar, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin kontrol ettikleri ve gittiği her yerde işledikleri korkunç boyutlara ulaşan suçları yazmamız gerektiğini varsaydılar. Ancak bunlara göre, Sudan ordusuna bağlı kişilerin işlediği suçlara dair elimizde kanıt ve gerçekler varsa bunlara değinmemeliyiz çünkü bu bizim itibarını zedelemememiz gereken milli ordumuzdur. Eğer onun işlediği bir suç veya hata varsa, bunlar affedilebilir hatalar olarak görülmeliler.

Bu ters bir mantıktır, zira Sudan halkının harcamalarını karşıladığı, kıt olan gelirlerinden kesip onun için askeri okullar, enstitüler ve eğitim merkezleri kurduğu, vatanı ve halkı koruma konusunda ona milli ve manevi bir sorumluluk yüklediği milli ordu, insani, ahlaki ve milli değerlere daha bağlı olmalı. Ulusal ve uluslararası hukuka daha çok uymalı ve başıboş milisler gibi davranmamalı. Hızlı Destek Kuvvetleri o kadar çok belgelenmiş suç işledi ki, bunları inkâr etmek onlar için çok zor ve bulundukları bölgelerde kimse onların zulmünden kaçamadı. Kurşunları ve topları ile ölmeyenlerin; evleri, malları, arabaları yağmalandı. Bu suçların eskisi gibi hesapsız kalmamasının, bunların sorumlularının ve faillerinin yargılanmasının gelecekteki herhangi bir anlaşmanın parçası olması mantıklı ve doğaldır. Ancak bunlara verilecek karşılık aynı derecede iğrenç ve çirkin suçlar işlemek olamaz.

Geçen hafta yazdıklarımızın mürekkebi kurumadan, ülkenin dört bir yanına yayılan ve çatışma bölgelerinden birinde çekilen bir video ortaya çıktı. Videoda Sudan ordusu üniforması giyen askerlerin, Hızlı Destek Kuvvetlerine mensup ya da videoda konuşanların öyle olduklarını söyledikleri bazı esirlerin koyunlar gibi kesilmiş başlarını taşıdıkları görülüyor. En kötüsü de askerlerin taşıdıkları bu başları, tehlil ve tekbirler arasında dolaştırmalarıydı. Öyle ki videoyu izleyenler kendisinin Haccac bin Yusuf el-Sakafi döneminde çekilmiş olduğunu düşünülebilirler.

İnsanlar bu savaşın bir ateşkesin, bir anlaşmanın imzalanması, hatta askerin kışlaya dönmesi, sivil bir hükümetin kurulması ile biteceğini, sonra eski hayatlarımıza döneceğimizi, yine işlerimize gideceğimizi, sonra evlerimize dönüp çocuklarımızla oynayacağımızı, televizyon izleyip sonra güvenle uyuyacağımızı mı sanıyorlar?

Bunun böyle olacağını düşünenler yanılıyorlar. Savaşın ruhumuzda, aklımızda, vicdanımızda bırakacağı şeyler kolay kolay üstesinden gelemeyeceğimiz şeylerdir. Bu savaş evlerimizi, binalarımızı yıkmadan önce insanlığımızı, ahlakımızı ve değerlerimizi yıkıyor. İnsanlığımızı yeniden inşa etmeye, vicdanımızı canlandırmaya çalışacağımız, barışçıl bir karşı savaş başlatmalıyız. Siyasi ve ahlaki bir duruşa bağlı kalmanın bizi kurtaracağını düşünenler yanılıyorlar. Aynı şekilde bundan bireysel olarak da kurtulamayız, aksine siyasi duruşun ötesinde insani ve ahlaki bir duruşa bağlı kalarak kurtulabiliriz. Tek bir siyasi duruşa bağlı kalmak zorunda değiliz, bu insan doğasına aykırıdır ve birden fazla siyasi duruşa sahip olmaya devam etmenin hiçbir sakıncası yoktur. Ama insani, ahlaki ve değersel duruş ikiye bölünemeyecek bir duruştur.

Siyasi duruşları ne olursa olsun insanları, siyasi duruşların ötesine geçerek, bizi karanlık zamanlara sürükleyen, birbirimize hayvanlar gibi davranmamızı yol açan suçlara ve ihlallere karşı durmaya, insanlıklarını uyandırmaya davet etmek uzun vadeli bir hayal midir?  İnsanların, aynı fikirde olmadıkları taraflardan önce, siyasi olarak destekledikleri kişilerden, asgari düzeyde uluslararası insancıl hukuka uymalarını talep etmeleri uzak bir hayal mi?