19 yıl önce işlenen 14 Şubat cinayeti, son 50 yılda Lübnan'ı vuran diğer önemli olayların aksine, çok önemli ve belirleyici bir olay olarak kalacak. 14 Şubat'ta yaşananların önemi, ona katılsak da katılmasak da konumu ve rolü ile Refik Hariri gibi bir figürü ortadan kaldırmaktan ibaret olmamasından kaynaklanıyor. 14, Şubat, bu tecrübenin başarılı veya başarısız olması bir yana bildiğimiz modern Lübnan anlamından geriye kalanları ortadan kaldırmanın üzerine inşa edildiği temel olması nedeniyle önemli. 14 Şubat cinayeti, muhalefetin bazıları silah, bazıları siyaset yoluyla art arda düzenlenen suikastlarla kasıtlı ve hesaplı bir şekilde ortadan kaldırılması serisinin başlangıcıydı. Suikast ile fiziki olarak tasfiye edilen son kişi Şii mezhebine mensup aktivist ve muhalif Lokman Salim olurken, eski Başbakan Saad Hariri de uzun yıllara yayılan bir siyasi suikasta maruz kalmıştı. Bu siyasi suikast, cumhurbaşkanlığı öncesi ve sırasında müttefiki Hizbullah'ın himayesi ve örtüsü altında engelleme manevralarını yönetme konusunda uzun bir geçmişe sahip olan cumhurbaşkanı Mişel Avn döneminde zirveye ulaştı. Refik Hariri'ye yönelik fiziki suikast ile Saad Hariri'ye yönelik siyasi suikast, Sünnilerin siyasi hayattaki rolünü işlevsiz hale getirmek için tasarlandı ve planlandı. Sünnilerden önce Maruni liderler sürgün, suikast ve tutuklama yoluyla evcilleştirilmiş, daha sonra da Avncı hareketin Hizbullah ile ittifakı ve Şubat 2006'da Mar Mihail Belgesi'nin imzalanması sonucu bölünmüşlerdi.
14 Mart Hareketi’nin çöküşü ise, sebeplerine girmeden, o dönemde hakim olan siyasi ve güvenlik ortamının bir sonucu olarak bu suikastların doruk noktası oldu. 14 Mart’ın çöküşü bir şok ve siyasetin gidişatını belirleyen çok önemli bir detay oluşturdu. Zira eğer devam etseydi, ülkenin bugün yaşadığı birçok şeyi değiştirecek, farklı bir geleceğin yolunu açacaktı. Trajedi, iki hareket arasında birden fazla düzeyde farklılıklar olmasına rağmen 17 Ekim 2019 Hareketi’nin de bastırılması ile bir kez daha tekrarlandı.
Bu olaylar dizisini tekrarlamak, yaraları kaşımayı amaçlamıyor; daha ziyade, 2005 yılı ile 7 Ekim 2023 arasındaki koşullardan, özellikle de talihsiz Gazze savaşının patlak vermesi ve bunun Lübnan üzerindeki sonuçları ve yansımaları ile birlikte daha zor ve tehlikeli hale gelen, kötüleşen bir gerçekliğin resmini çizmeyi amaçlıyor.
Bu yılki 14 Şubat'ı anma faaliyetleri ve buna eşlik eden geniş halk katılımı, Saad Hariri'nin yaklaşık iki yıl süren bir aradan sonra Lübnan'a ve siyasete dönüşüne ilişkin spekülasyonlara kapı açtı. Mesele Hariri'nin Lübnan'a dönüp dönmemesi değil, onun geri çekilmesinden bu yana meydana gelen değişiklikleri dikkate alan bir ulusal yeniden yapılanma projesine sahip, geçmişte benimsediği yaklaşımın değişmesinin ve kusurların giderilmesinin kaçınılmaz olduğu inancını taşıyan bir lider olup olamayacağıdır. Aynı zamanda 2000 yılından sonra Suriye vesayetine karşı çıkan güçleri bir araya getiren Bristol Toplantısı’nı veya 14 Mart Projesi'ni güncellenmiş bir biçimde yeniden canlandırmak için ciddi bir girişimde bulunarak, Lübnan'da siyasetin yeniden canlandırılmasında rol oynayamaya kararlı bir lider olup olmadığı da önemli. Başbakan Hariri muhtemelen böyle bir rolün kişisel olarak kendisi ve ortakları için oluşturduğu tehlikelerin tamamen farkında. Durumu tersine çevirebilecek ve ölüleri diriltebilecek sihirli bir değneğe sahip olmadığını da çok iyi biliyor. Ondan beklenen, dağınık muhalefet koşullarının, her şeyin mubah görülmesi, tüm kurumların dağılması ve tüm muhalif siyasi güçlerin ve aynı zamanda sivil toplumun marjinalleştirilmesi nedeniyle ülkenin ulaştığı durumun onu yukarıda bahsettiğimiz lider olmaya teşvik etmesidir.
Hariri'nin Sünnilerin siyasetteki yokluğu nedeniyle dengenin kaybedilmesi tehlikesinin farkında olmaması mümkün değil. Lafı dolandırmadan ve süslemeden söylemeliyiz ki, mevcut Sünni liderlerin onun geri çekilmesinin doğurduğu boşluğu dolduramayacakları açığa çıktı. Hariri denge sağlanmadan istenilen uzlaşılara ve çözümlere ulaşmaya çalışmanın boşuna olduğunun da farkında. Hariri geri dönmek isterse risk alır, zorluklarla yüzleşir ve imkansız olarak kabul edilen şeylere cesaret eder mi? Yani, Hizbullah projesine karşı çıkan siyasi güçleri bir araya getirerek, Lübnan'ın geleceği ve bölgedeki rolüne ilişkin genel başlıkların ötesine geçen net bir vizyon oluşturan 14 Mart’ın yeni ve güncellenmiş bir versiyonunu onlara sunar mı? Küçük siyasi, kişisel, bölgesel, partizan ve mezhepsel meselelerden uzak, bu aşamada tek amacı bir coğrafi bölge veya füze platformu değil bir devlet olarak Lübnan’ı geri kazanmak olan birleşik bir ulusal cephenin benimseyeceği geleceğin Lübnanı vizyonunu sunar mı?
Lübnanlıların üçte ikisinden fazlasını temsil eden bu cephe olmadan, vazgeçilmez ve gerekli olan Hizbullah ile ya da dost Arap ya da yabancı ülkeler ile diyalog boşunadır. Bu beklenen cephe Hizbullah'a karşı bir denge unsuru olmazsa ve onunla siyasette müzakere masasında yüzleşemezse bu diyalog başarılı olamaz. Bu cepheyi güçlendirmenin yolu, Hizbullah'tan ne istediği ve ona neler sunabileceği konusunda net bir vizyona sahip olmaktan, neyin üzerinde anlaşmaya varılabileceği ve neyin üzerinde anlaşmazlığa düşülebileceği üzerinde anlaşmaktan geçiyor. Bütün bunlar, başka alternatifi olmayan tek bir ulusal ve kapsamlı çerçeve dahilinde olmalıdır ve o çerçeve de yeniden otorite ve karar sahibi olması için devleti geri kazanmak, anayasa ve yasalara bağlı kalmaktır. Bu vizyon olmadan kronik krize kalıcı bir çözüm bulamayız.
Tıpkı silah gücüne ve aşırı güce dayanarak sadece bir dini grubu değil, tüm Lübnanlıları dışlamak gibi, boya kalemleriyle federal bir Lübnan haritası çizen projeler de geçerli değil. Bu nedenle tek bir dini grubun sesinin yükselmesini sağlamaya yönelik her türlü girişim işe yaramayacak. Devleti doğru yönetim kuralları üzerinde yeniden inşa etme hayalini bir temenniden siyasi gerçeğe dönüştürebilecek geçerli bir çerçeve içinde, bu ülkenin egemenliğine ve demokrasiye inananların iç birliğinin yeniden tesis edilmesi ihtiyacı acil hale geldi. Hele de bölgede yaşanan değişimlerin, bir serap olduğu daha önce ortaya çıkan dışarıdan bir kurtarıcıyı beklemeye olanak tanımadığı göz önüne alındığında. Suikastın yıldönümünde Başbakan Refik Hariri'nin mezarına akın eden kalabalıklar, halkın nabzını, baba Hariri'ye olan bağlılığını ve oğlunun geri dönmesi talebini ifade ettiği kadar, halkın ülkenin koşullarını reddettiğini de aktardı.
Bu kalabalığa katılmaktan kaçınan veya bunda tereddüt eden siyasi güçler ve dini otoriteler, umarız bu anı değerlendirip vatanı yeniden ayağa kaldırma, küçük hesaplar yapmak yerine onu varoluşsal çıkmazından kurtarma yolunda kullanırlar.
Öte yandan Hariri'nin siyasete dönüşüne, önceki aşamayı düzeltme, hata ve uygulamalarına doğru bakma ve tersine çevirme ile bölgesel gelişmelerin olumlu yansımasını içeren eleştirel bir inceleme eşlik etmezse, kendisinden bir şey beklenmemeli. Dahası bu, var olan hayal kırıklığı ve izolasyona ölümcül bir umutsuzluk katacaktır. 14 Şubat 2024’teki yıldönümü anmaları, belki de umut verici bir gelecek yaratmaya çalışmak için değerlendirilebilecek bir fırsat sundu.