Binyamin Netanyahu'nun barbar Savaş Kabinesi üyelerinden Benny Gantz, geçtiğimiz pazar günü Refah kentinin işgalinin bir sonraki Ramazan Ayı’nın başına kadar ertelendiğini açıkladığında geniş çevrelere hâkim olan endişeyi bir nebze de olsa hafifletmiş oldu. Şayet Gantz doğru söylüyorsa, ‘işgalin zamanıyla ilgili endişeyi hafifletmenin’ amacı, işgalin başlama tarihi ve doğuracağı sonuçlar hakkında ister Refah'ın içinde korku saplantılarına kapılmış insanlar arasında olsun ister uluslararası karar alma merkezlerinin çoğundaki çeşitli paydaşlar arasında, her gün tekrarlanan ateşli soruların hararetini almaktır. Hükümet ve insani yardım kuruluşları da dahil olmak üzere birçok uluslararası taraf için bu işin sonunun çok feci olacağı açıkça görülüyor.
Gerçekten de şu durumda işgalin, Gazze Şeridi'nin içinde ve dışında yol açacağı tehlikeli koşullarla ilgili Arap ve uluslararası çevreler korkuyla dolu. İşgal ordusu Gazze'yi işgal etmeden önce kuzey Gazze'den sürülen ve Refah'a hapsedilen bir milyondan fazla Filistinli ne durumda yaşıyor? Bu sorunun cevabı bir sır değil. Aksa Tufanı Operasyonu’nun intikamı bahanesiyle Gazze Şeridi halkına ne olduğu, Nekbe trajedileri silsilesinin başlangıcından bu yana Gazze topraklarında meydana gelen olayları takip eden herkes tarafından biliniyor. Ancak, gerçekten acı veren ayrıntıları dinlediğinizde facia daha gerçekçi bir şekilde görülüyor. Örneğin, geçtiğimiz pazar günü telefon hatlarının açık olduğu sırada bir görüşme yaptım. Çeşitli isimlerle anılan hastalıkların çadırlarda yaşayan insanlar arasında yıldırım hızıyla yayıldığı bilgisini aldım. Bebekler, genç erkekler, kadınlar ve yaşlılar hepsi bu hastalıklardan aynı oranda etkileniyor.
Altmışlı yaşlarındaki muhatabım, bir yerde ekmek bulunduğuna dair bir söylentinin yayılmasının bile genç erkek ve kadınların o yere ulaşmak için yaşlılarla yarışması, birinin diğerini sollaması, bazen itip kakması için yeterli olduğunu ifade etti. Öyle ki bu insanlar açlığın acısını dindirmek için bir somun ekmek bile olsa alabilmeyi umut eden birkaç bin kişilik kuyruk oluşturuyor. “Peki, kışlık giysiler yıprandığında kış gecelerinin ayazı ne olacak?” diye soruyor ve hemen cevaplıyor:
“Isınma diye bir şey yok. Sadece kıyafet bulunmadığı için değil, aynı zamanda insanların duyuları da bir şekilde donmuş olduğu için ısınma şansımız yok.”
Sonsuzluk gibi görünen birkaç saniye boyunca sessiz kalan muhatabım, hırıltılı bir sesle sözlerine şöyle devam etti:
“Mahremiyetin tamamen yok olmasının utançlarından bahsetmeye gelince, bu çok utanç verici bir durum. Herkes sıkıntı çeker, fakat bu noktada kadınlar erkeklerden daha fazla sıkıntıya maruz kalıyor. Bu utancı tarif edecek bir tanım yok elimizde. Kelimelerle ifade edilemeyecek kadar zor bir durum.”
Bazı dehşet verici ayrıntılarını duyduğum bu durum karşısında, binlerce mil uzakta güvende olmanın tadını çıkarırken, Refah'taki es-Sabir beni şu soruyla şaşırttı: Bana, eşime, savaş başlamadan önce tedavi için seyahat eden kardeşlerimden birinin eşine ve ayrıca biri on beş yaşında, diğeri ise on iki yaşından büyük olmayan kızlarına Refah'tan olabildiğince çabuk ayrılmamız için yurt dışındaki akrabalarımızın bize maddi olarak yardım etmeleri teklif edilse ne tavsiye edersiniz? Sizce böyle bir teklifi kabul etmeli miyiz yoksa tüm acılara rağmen sabır ilkesine bağlı kalıp yerimizde kalmalı mıyız? Şaşırtıcı olması bir yana, bu soru başlı başına dehşet verici. Kendimi nefesimi toplayıp cevap verirken buldum: Kısacası, hiçbirinize neyi kabul edip neyi reddedeceğinizi dayatmak ne bana ne de bir başkasına düşer. Acı çektiğiniz şey için yardım isteme hakkına sahipsiniz ve sonra neye karar verirseniz verin bizim de bu kararınıza destek vermek gibi bir görevimiz var. Bu nedenle kalbinize danışın ve vicdanınızın size emrettiğini uygulayın. Allah sizlerden razı olsun ey Filistin halkı, yıllar boyunca ne kadar ızdırap çektiniz ve tüm acılarınızın üstesinden geldiniz.