Memduh Muheyni
Al Arabiyya Genel Yayın Yönetmeni
TT

Maktul mü şehit mi?

Basın mensupları daima, karşılaştıkları olaylar ve vakalar için doğru adlandırmaların ne olduğunu tartışırlar. Sebebi basit: Çünkü her bir adlandırma; okuyucu, izleyici veya dinleyici üzerinde etki bırakan belirli anlamlar taşır.

‘Maktul mü şehit mi’ tartışması ise en çok yapılan tartışma. Diğer ülkelerin medyasında neredeyse hiç şahit olunmayan ve üzerinde düşünmeye bile gerek duyulmayan bu tartışma, özellikle bizim bölgemizde pek çok kişiyi en çok kızdıran tartışma özelliğine de sahip.

Öncelikle: Gazeteciler olarak bizim rolümüz, olayı herhangi bir dinî, siyasi ya da ideolojik ekleme yapmadan doğru bir şekilde tanımlamaktır. Bu yüzden bir kişi öldürüldüğünde olayı ‘katil’ hadisesi, kurbanı da ‘maktul’ olarak tanımlarız. Bu, açık ve isabetli bir tanımlamadır. Ancak bu kişinin neden ‘şehit’ olarak tanımlanmadığını söyleyen bir taraftan itiraz gelir. Bu noktada gazetecilik rolü ortadan kalkar ve maktulü şehit olarak gören ya da görmeyen din adamı rolü devreye girer, ki biz gazetecilerin rolü bu değildir. Aksi takdirde bize ait olmayan rolü oynamış oluruz ki bu, yanlıştır. Maktul, dinî açıdan gerçekten de şehit olabilir, ancak bunu bu şekilde duyurmak gazetecilere değil, vaizlere ya da fıkıhçılara düşer.

Biz onu şehit olarak farz edip o şekilde zikretsek, bu onun gerçekten şehit olduğu anlamına mı gelir? Bu sadece Allahu Teala’nın bileceği iştir. Elbette devletin savaş cephesinde öldürülen askerini şehit kabul etmesi gibi, kurbanın acılı ailesi de öldürülen evladını şehit olarak görebilir. Ama basının görevi, olayı gerçekte olduğu gibi anlatmaya bağlı kalmaktır; gerisi başkalarına kalmış. Basın bu tavrın aksini benimserse o zaman pusulasını kaybetmiş, kendi uzmanlık alanı dışındaki alanlara girmiş ve sahip olmadığı, hatta anlamadığı yetkileri kullanmış olur.

İkinci olarak: ‘Maktul’ tanımı, asla bir kötüleme iması taşımaz. İşimiz de böyle tanımlamayı gerektiriyor. Tıpkı bir doktorun, kendisine müracaat eden kişiye ‘hasta’ demesi gibi. Bu, doktorun o kişiyi kötülediği anlamına mı gelir? Tabi ki hayır. Doktor sadece onun sağlık durumunu tanımlamış olur.

Neden vefat deyip bu dertten kurtulmuyorsunuz, diyenler de var. Ancak vefat, doğal ölüm demektir. Öldürülen kişi için vefat etti dersem, takipçiye yanlış bilgi aktarmış olurum. Halbuki bizim asıl işimiz, doğru bilgi vermek ve tabloyu karıştırmayıp netleştirmektir. Kimileri de ‘Hakk’ın rahmetine kavuştu’ diyor. Ama bu da muğlak bir tanımlama. Ve yine gazetecilerin uzmanlık alanında olmayan dinî çağrışımlar barındırıyor.

Üçüncü olarak: ‘Maktul’ tanımı, anlam bakımından da bir kötüleme içermez ve sadece olan biteni tarif eder. Resul-i Ekrem hakkında dahi olsa, öldürme eyleminden bahseden Kur’an ayetlerini veya Peygamber hadislerini zikretmeyi gerektirmez, zira doğal bir durumdur. Üzerinde düşünmeye değmez, çünkü hiçbir halükârda kötüleme ve kusurlu gösterme anlamı taşımaz.

Bizim ürettiğimiz sorun şu: Bu terime ölünün onurunu zedeleyen olumsuz çağrışımlar yüklendi. O kadar ki gerçek anlamını unuttuk ve böylece gereksiz öfke ve hassasiyet doğurmaya başladı. Ayrıca pek çok medya kuruluşu, ‘şehadet’ terimini siyasi ve ideolojik sebeplerle kullanmaya başladı, insanlar da buna alıştı ve ‘katil’ terimini çarpıtarak din, ırk veya vatan açısından bağlantı kurdukları maktule yönelik bir aşağılama olarak görmeye başladı.

Bu da bizi dördüncü noktaya götürüyor: Medyanın ‘şehit’ terimini kullanması, onu mesleki açıdan sorunlu hale getiriyor, çünkü gazetecilik kriterlerinin dışına çıkmış oluyor. Bazıları da bunu meslekle alakası olmayan nedenlerden ötürü yapıyor.

Peki, aynı mantıkla Fetih ile Hamas arasında bir çatışma çıktığını farz edelim (ki daha önce çıkmıştı), bu durumda hangisi şehit olur?! Doğrusu, bizim hepsine ölü dememizdir. Bununla birlikte her iki taraf da kendi ölülerini ‘şehit’ diye adlandırabilir!

Aynı şey Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki çatışma için de geçerli: Her iki taraftaki kurbanlar için ne diyeceğiz?  Yine doğru adlandırma, ‘ölüdür’ ve yine yakınları onları nasıl görüyorsa öyle adlandırabilir; buna bir itiraz yok. Libya’da, Yemen’de ve diğer yerlerde olup bitenler için de aynı şey geçerli.

‘Şehit’ terimi kullanılacaksa eğer, bu kullanım sadece seçilmiş bir operasyonda değil, tüm savaşlarda, çekişmelerde ve çatışmalarda benimsenmelidir. İsrail güçleri tarafından öldürülen kişileri ‘şehit’ olarak tanımlayan medya, bu kişiler Suriye’de veya Irak’taki milisler ya da Hizbullah veya El-Kaide tarafından öldürüldüğünde ‘şehit’ terimini kullanmıyor ve bu kişiler ‘ölü’ oluveriyor. Halbuki hepsi, haksız yere ve vahşice öldürülen sivil masumlar.

Bir kez daha söylüyoruz: Katil, yalnızca bir tanımlamadır ve ne maktule yönelik ahlaki bir hüküm ne de kâtil için bir aklama anlamı taşır. Bazı gazeteciler, bu masum ölüleri şehit olarak görüp, onların akıbeti için acı çekerler, ama gazeteci şapkasını taktıklarında da çalışmalarını belirli kriterlere göre yürütürler. Tıpkı ameliyathaneye girmeden önce duygularını bir kenara bırakan doktor gibi.

Bu düşünce biçimi basit olup, açıklamaya ihtiyaç hissettirmese de ne yazık ki bazılarını öfkelendiriyor. Ama bu anlaşılır bir durum, çünkü cinayet vakalarında duygular coşar. Bu travmayı yaşayanların kendilerini iyi hissetmek için sevdiklerine cennette bir yer aramaları da anlaşılır bir durum. Bazıları da öfkesini boşaltmak için bir günah keçisi arar ve ne yazık ki hedef olarak biz medya çalışanlarından başkasını bulamaz.

Gazeteciler herhangi bir kötüleme, kusurlu gösterme veya aşağılama maksadı taşımazlar. Nihayetinde onlar işlerini öğrendikleri geleneklere ve esaslara göre icra ederler. Doğru bilgiye ve doğru tanımlamaya ulaşmak herkesin yararınadır. Bu şartların ihlal edilmesiyse zararlıdır. Zira her yerden yakalandığımız yalan haber selinin ortasında toplumun doğru bilgi için güvenilir kaynaklara ihtiyacı var. Gazetecilerin taahhüt ettiği şey budur, bırakın işlerini bildikleri gibi yapsınlar.