Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Bir elmayı hem saklayıp hem yemek mümkün mü?

Makaleye üstadımız Dr. Muhammed el-Rumeyhi'nin “Bir elmayı aynı anda hem saklayıp hem de yemek mümkün değildir" diyerek bıraktığı yerden başlamak istiyorum.

Onun harika makalesini (el-Beyan, 19 Şubat) okurken kendime şunu sordum: Gerçekten bir şeyi saklayıp aynı anda da yemek isteyen var mıdır?

Gerçek şu ki bu konu bu güne kadar ne aklıma gelmişti ne de hayal etmiştim. Ancak Rumeyhi, hem modernite trenine katılmak hem de eski kimliklerini korumak isteyenlerin bu türden olduğuna inanıyor.

Ona göre bunun sebebi açık; geleneksellik ve modernlik sadece bir yaşam tarzına uyguladığımız tanımlar ya da şu veya bu tarza, belirli bir şekilde işlemesi için eklediğimiz işlevler değildir. Aksine bunlar birbiriyle çelişen kalıplar veya çağdaş Amerikalı düşünür Thomas Kuhn'un önerdiği tanıma göre paradigmalardır. Paradigma tek başına bir yaşam tarzıdır. Bir yerde mevcutsa, ortadan kalkıncaya ya da yeni bir paradigma karşısında yok oluncaya kadar diğer tüm tarzları gölgede bırakır. Ünlü şair Ebu Firas el-Hamdani'nin hayatını örnek alıyor gibidir:

Biz orta yolun olmadığı insanlarız

Ya yükseklerde ve önde oluruz ya da ölürüz

Yukarıdaki tasvire göre modernite, ne yalnızca mevcut bir yaşam biçiminin çeşitlendirilmesi ne de tıpkı bir arabanın aküsünü, tekerleklerini, hatta motorunu değiştirir gibi eski yaşam tarzına eklediğiniz daha gelişmiş, daha yeni ve daha iyi performans gösteren bir işlevler sistemi değildir. Modernitenin varlığı zorunlu olarak geleneğin ortadan kalkması demektir. Modern yaşam biçimini oluşturan unsurları, geleneksel karşılıkları ortadan kalkmadıkça göremezsiniz. Yaşam tarzı geleneksel ya da modern olmak üzere iki tarzdan birinin yerleştiği bir sandalyedir.

Peki, bu çatışmanın elmayı yemek veya saklamakla ne ilgisi var?

Rumeyhi, halkımızın büyük bir kısmının modern olmak istediğini ancak aynı zamanda gelenekleri terk etmekten de korktuğunu söylüyor. Moderniteye geçişin gerekliliğine tamamen inanıyorlar ve hatta birçoğu onun gölgesinde yaşıyor ve dahası belki de onun esaslarının inşasına katkıda bulundu. Ancak aynı zamanda gelenek çağında alışık olduklarını kaybetme ihtimalinden de endişe duyuyorlar. Dolayısıyla ruhları terk edemeyecekleri geleneğin meyve bahçesinde kalırken, modern hayata katılımları işlevsel ve pragmatik olmaya daha yakın.

Bir kişi tüm hayatı boyunca bu şekilde yaşayabilir; kişisel anlarında saf geleneksel inançlarını uygulayıp, eğitim ve çalışma hayatında modern yaşamın gerekliliklerine bağlı kalabilir. Merhum Dr. Sadeddin İbrahim, insanların dini bir görünüm olduğuna inandıkları şeyi sürdürme arzusunun bir tür ikili hayata dönüştüğünü daha erken bir dönemde fark etmişti. Buna göre insanlar sabahları modern bir format (çalışma zamanı) ve akşamları geleneksel bir format (sosyal zaman) içinde yaşıyorlar. Burada bir görünüm ve şekil niteliği taşıyan kıyafet veya davranışlardan değil, insan ruhundaki derin inançları, modern veya geleneksel değerlere olan inancın yansıttıklarından bahsediyoruz. Dr. Sadeddin, modern orta sınıfların iki sistem arasında bir tür rol alışverişi yaratmaya çalıştıklarına da dikkat çekmişti. Böylece insanlar, kendilerine miras kalan gelenek ve göreneklerin sağladığı güvenceyi korurken, aynı zamanda bu geleneklerle bağlantılı üretim kaynaklarını ve yaşam tarzlarını da terk etmiş oluyorlar.

Yukarıda bahsedilen makalesinde Dr. Rumeyhi, birçok Arap'ın, Çin ve Japonya'nın toplumları ile ekonomilerini modernleştirmede ileri bir düzeye ulaşırken kültürel ve sosyal geleneklerini koruduklarını söyleyenlerden alıntı yaptığına dikkat çekiyor. Buna göre Japonya ve Çin -Rumeyhi'nin görüşünün aksine- hem elmayı yediler hem de sakladılar. Ancak Rumeyhi bu açıklamanın geçmişin yıkıntılarına bağlı kalmayı meşrulaştırma girişiminden başka bir şey olmadığını vurguluyor. Zira günümüzün Japonya'sı, tıpkı günümüzün Çin'i gibi, gecenin gündüzden farklı olduğu kadar geçmişlerinden farklılar.

Rumeyhi'ye göre gelenek ile moderniteyi birleştirmek imkansızdır.

Dr. Sadeddin'e göre ise bu nafile bir girişimdir ve benim görüşüm de budur.