Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

Fransa'da özgürlükler aşınıyor

Dengeli ve ölçülü analizleri ile öne çıkan ünlü Fransız siyaset analisti Pascal Boniface, YouTube kanalında alışılmışın dışında bu kez savaşlardan ya da uluslararası krizlerden değil, kendisinden bahsetti. Bazıları birçok dile çevrilmiş 70'ten fazla kitabı bulunan üniversite profesörü, belirli tarafların çıkarına değil halka hizmet etmek için kurulmuş olması gereken medya kuruluşları tarafından kara listeye alınmasından, tamamen boykot edilmesinden ve yok sayılmasından şikayet etti.

Boniface'in şikayeti ile aynı zamanda Fransa'nın en ünlü, en üretken ve popüler filozoflarından biri olan Michael Winfrey, 6 yıldan fazla bir süredir çoğu medya kuruluşu tarafından boykot edildiğini itiraf etti. Nazi olmak ile suçlanıp Hitler'e benzetildikten, kendisine en korkunç suçlamalar yöneltildikten sonra medyada görünmesinin engellendiğini, maruz kaldığı suçlamalara kimsenin itiraz etmediğini ve hiç kimsenin onun arkasında durmadığını söyledi.

Bu tür itiraflar artık Fransa'da nadir görülen bir durum değil ve uzun bir sessizliğin ardından su yüzüne çıkmaya başladı. Gazze'deki savaş ve soykırımın çirkinliği, gizli olanı ortaya çıkardı ve dillerin bağını çözdü. ABD'deki lobilerin faaliyetlerini ve komplolarını anlayabiliriz ama Fransa bu zemine nasıl kaydı? Başkalarında eleştirdiği sansüre nasıl yöneldi? Adil kanunlar herkesi korumak için vardır.

Sloganı “Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik” olan bir halk, en değerli kazanımlarına zarar verilmesini hiçbir şekilde kabul etmemeli. Ama eleştirmeni susturmak, sporcuyu dışlamak, medya çalışanlarını kovmak, yazarı korkutmak artık kamuoyunu rahatsız etmiyor ve bunun gerekçelerini tereddütsüz kabul ediyor.

TV 5 Monde kanalı, konuğu İsrail Ordu Sözcüsü Olivier Rafowicz'e Gazze'deki insani durum ve hastanelere baskın düzenlenmesi ile ilgili kendisini rahatsız edici sorular sorması üzerine Cezayir asıllı sunucu Muhammed Kasi'yi işten çıkarmakta tereddüt etmedi.

Fransa'da bir durumu ve onun tam aksini görüyoruz. İnsanların susturulduğuna ilişkin şikayetlerin arttığı bir dönemde, Avrupa Birliği Parlamentosu (ve Fransa), 27 üyesiyle, medyada çoğulculuğun ve bağımsızlığın korunmasını garanti altına alan kapsamlı mevzuatın kabul edilmesi başarısını kutladı. Özgürlüğü savunduklarını en çok dillendirenlerin, onun tekerleklerine çomak sokanlar ile aynı olduklarını açıkça fark ediyoruz.

Ünlü futbolcu Karim Benzema sırf Gazze'deki sivilleri desteklediğini belirten bir tweet paylaştığı için bazı kişilerin kendisinin Fransız vatandaşlığından çıkarılmasını talep etmesi gerçekten şaşırtıcıydı, hatta kendisi Müslüman Kardeşler'e üye olmakla da suçlandı.

Fransa Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bakanı Aurore Bergé, derneklerin tutumlarını takip ederek buna göre devletin onlara destek verip vermeyeceğini veya yardımları kesip kesmeyeceğini belirlemekten çekinmedi.

Bunun örnekleri çok; ancak Boniface'e dönersek, düşüşün uzun yıllardır devam ettiğini açıklıyor. Kendisine karşı savaşın, yüzyılın başında Sosyalist Parti'nin Filistin meselesine ilişkin tutumundaki değişime ilişkin bir kitap yayınlamasıyla başladığını, daha sonra Yahudi düşmanlığıyla suçlandığını ve kendisine “sarı kartın gösterildiğini” anlatıyor. Son kırılma noktası, sonunda yayınlanana kadar 14 yayınevi tarafından basımı reddedilen "Sahte Aydınlar" adlı kitabının yayımlanması olmuş. Kimsenin yalanlamadığı ve bilinen gerçekleri yeniden yazmış olmasına rağmen kitabının yayınlanmasından sonra da kendisine “kırmızı kart” gösterilmiş. Boniface, “Yayıncılık ve medyada güçlü ve etkili olanların düşmanı oldum” diyor.

Boniface, biraz alaycı bir tavırla, hiçbir deneyimi olmayan acemi bir araştırmacıyken nasıl ekranların müdavimi olduğunu, dünyada tanınınca nasıl dışlandığını sorguluyor. Şunu soruyor: "Filistinli bir yetkiliyi eleştiren bir yazara neden kimse kızmıyor?" İsrail hükümetini eleştirmek ile İsraillileri eleştirmek arasında neden bir ayrım yapılmıyor?

Para, Fransız medyası üzerindeki kontrolünü sıkılaştırdıktan sonra sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen kişilerin tahakkümü altına girdi.  Vanson Bolloré ve Pascal Brou medya alanındaki satın alımları ile ünlü iki isim. Bunlardan ilki, yakın zamanda, yargıya yapılan bir şikayet sonrasında hakkında çoğulculuğun ve hukuka saygının sağlanması için konuşmacıların, gazetecilerin ve düşünce yazarlarının eğilimlerinin denetlenmesini gerektiren garip bir kararın açıklandığı C News kanalının sahibi. Karar, öfke ve şikayete yol açtı, zira bir televizyon kanalında konuşacak her kişinin aidiyetinin belirlenmesine veya sınıflandırılmasına kim karar verme hakkına sahiptir ve bunu hangi standartlara göre yapacaktır?

Hukuk danışmanı Vanessa Lamé karar hakkında şunları yazdı: “Danıştay'ın aldığı karar, Fransa'da basın özgürlüğünün deklare edildiği tarih olan 1881 öncesine açık bir şekilde geriye dönmeye yönelik bir adımdır. Kotalar ve izleme yoluyla kamusal tartışmaları bitirmeye eşdeğer yeni bir denetim ve sansür şeklidir.

Nüfuz mücadelesi başladı mı?

Fransa'da özgürlük kısır çatışmalar ve şiddetli tartışmalar çağına mı girdi? Filozof Winfrey yönetimi, takipçilerini hassas pozisyonlara atamak ve aralarından itaatkar olanları tercih etmek ile suçluyor. Winfrey’e göre gazetecilerin artık sansüre hiç ihtiyacı yok çünkü her birinin başının içinde onlara ne yazmaları ya da söylemeleri gerektiğini emreden bir polis var. Bundan daha tehlikeli olan ise Winfrey'in sermayeyi geleneksel medya üzerindeki kontrolünü sıkılaştırdıktan sonra, sosyal medyada kampanyalar başlatmak, belirli haberlerin yayılmasını teşvik etmek veya belirli kişilerin imajını parlatmak için paralar ödemekle suçlamasıydı. Fransız filozof, Yahudilerin maruz kaldığı Holokost'un, kendilerinden kurtulmak istenenlere karşı bir silah olarak kullanılmasını, antisemitizm suçlamasının istismar edilmesini ve nüfuz sahibi kişilerin hoşuna gitmeyen bir şey söyleyen herkese bu yaftanın yapıştırılmasını da tuhaf buluyor.

Medya, izleyicisinin güvenini kaybediyor, doğal olarak da reklam gelirleri azalıyor. Sosyal medyada özgür tartışma alanı olmaktan çıkıp propaganda ve borazanlara dönüşen programlara yönelik hakaretler okunuyor. Kanalların yorumları engellemekten başka seçeneği yok. Gerçeği aramak artık bir amaç değil. Ana medya platformlarının kendilerinden istenileni tekrarlayan platformlara dönüşmeleri, demokrasinin en önemli temellerini baltalıyor ve bu da, artık sadece Fransa'ya özgü olmayan bir felaket.

Ancak yakın gelecekte medya alanında güvenilirliğini kaybetmiş bir Batı'nın Çin gibi bir ülkeyi diktatörlükle ve özgürlükleri kısıtlamakla suçlaması zor olacak. Tik Tok’u yasaklamanın iki adım uzağında duranların, bir zamanlar Google’da aramaları engellediği veya Facebook’u yasakladığı için Çin’e karşı kampanyalar düzenleyenlerin artık bunu yapmaları kolay değil.