Hazım Sağıye
TT

Güney Lübnan ve iki İbrahimi an

Immanuel Kant gibi bazı inananlar, yani dine mantık çerçevesinde inananlar, İbrahimi deneyimin iki önemli anı olduğunu düşünürler. Birincisi İbrahim'e oğlunu (Tevrat'ta İshak, Kur’an'da İsmail) kesmesi ve bir kurban olarak sunmasının emredildiği andır. Bilindiği üzere oğlu, İbrahim'e ancak yaşlandıktan sonra verilen değerli bir ilahi hediyeydi. İkinci an, ilkinin düzeltmesi gibiydi; Allah, İbrahim'i oğlunu öldürmekten caydırmak için müdahalede bulunmuş ve onun yerine kurban edilecek bir koç göndermişti.

Bu iki an, sadece ibadette değil, fedakarlıkta da iki yola işaret eder. İlk yol, fedakarlık, bunu yapacak kişi için son derece maliyetli ve son derece acı verici olabilse de, kelimenin gerçek anlamını taşır ve bu fedakarlığı yapıp yapma konusunda kişi özgürdür. İkinci yol ise akıl, kıyaslama, fayda ve getiri hesaplama kadar mecazi anlama, düşünme ve hayal etme açısından da geniştir.

Hizbullah'ın bugün güney Lübnan'da yürüttüğü savaş da büyük ihtimalle ilk İbrahimi ana atfedilmeye uygun. Orada çok sayıda üyesi ve kadroları öldürülüyor ve buna karşılık vermek Hizbullah’ın tartışılamaz hakkı olabilir. Ancak savaş çok sayıda sivilin ölümüne, evlerin yıkılmasına ve halkın korkmasına, 120 binden fazla insanın Sur ve Beyrut'a göç etmesine, güneylilerin tarım ürünlerinin zehirlenmesine - ki bunun etkileri uzun süre devam edebilir- ayrıca  kontrol edilmesi ve yayılmasının engellenmesi zor olan savaşın daha da büyüme ihtimalinden korkarak tüm Lübnanlıların bir panik hali içinde yaşamasına neden oluyorsa Hizbullah’ın buna hakkı yoktur.

Lübnan devletinin bu konuda hiçbir söz hakkı olmayan bir taraf olduğunun iyi bilinmesi  bu tabloyu daha da karanlık hale getiriyor.  Keza Gazze'de savaş devam ettiği sürece yurt dışından gelen diplomatik girişimler de ne Hizbullah’ı durdurabiliyor, ne de dikkatini çekebiliyor.

Güney'in Gazze Şeridi'ni desteklemek için şu an içinde bulunduğu durumda kalması teorisine gelince, bu şu soruyu gündeme getiriyor: Eğer Hizbullah müdahale etmeseydi, İbrani devleti Gazze'de şu ana kadar yaptığından daha fazla ne yapabilirdi? Refah'a karşı operasyonu durdurmak için devam eden Arap ve uluslararası müzakerelerde, ne uzaktan ne de yakından Lübnan-İsrail cephesinin herhangi bir rolünün gözlemlenmediği, gözlemcilerin gözünden kaçmayacaktır.

Tüm bunlara rağmen direniş ekseninin savunucuları, Güney'i sevenlerin ve onu ulusun değerli bir parçası olarak görenlerin, onu bu savaş durumuna sokmak isteyenler, Güney'i sevmeyenlerin ise onu bu savaş durumundan çıkarmak isteyenler olduğunu söyleyen tuhaf bir anlatıyı yayıyorlar. Bunun açıklaması ise, hızlı bir inceleme karşısında direnemeyecek iki cevapta yatıyor. Ünlü bir retorik tarihinden alıntılanmış olan ilk cevaba göre, halklar ancak fedakarlıklarda bulunarak bağımsız olabilirler veya özgürleşebilirler. Ama bilindiği üzere, Lübnan 70 yıldır bağımsız bir ülke ve güneyliler de dahil olmak üzere halkının büyük çoğunluğu sahip oldukları özgürlük oranının Ortadoğu bölgesi ölçülerine göre makulden fazla olduğuna inanıyor. Her halükarda, kötü koşullarımız, şairlerin ve ileri görüşlülerin "ölümlülüğü kucaklamak" dediği şey için yeterli bir neden gibi görünmüyor.

İkincisine gelince, İsrail bizi mutlaka tümüyle ya da yarım hatta çeyrek işgal ile hedef alacak çünkü temel olarak bizi hedef alması gerekiyor. İsrail'in kötü amaçları olduğunu inkar etmeden, yayılmak istenen bu anlatının, direnişçi yalan üretme fabrikasının aşırı derecede ürettiği ürünlerden yalnızca biri olduğu ortada. Amacı da savaş durumunu ve silah taşımayı normalleştirmek, direnişi yüceltmek. Çünkü 1949'da ateşkesin imzalanmasından 1960'ların ikinci yarısında Filistinli gerilla eylemlerinin başlamasına kadar güneyin maruz kaldığı tacizler, savaş hali içinde olmayan iki ülke arasındaki herhangi bir sınır bölgesinde görülebilir. Bu tacizlerin zararı, Suriye’de birbirini takip eden askeri rejimlerin Lübnan'a kendi içinde ve sınırlarında verdiği zarardan kesinlikle çok daha azdı. Bu, güneyin yaşadığı ölüm ve aşağılanma dönemlerinin, devletin kontrolü eline aldığı ve Lübnan'ın uluslararası ilişkilere sığındığı dönemler değil, aksine 1960'larda Filistinli, 1980'lerden bu yana da Lübnanlı silahlı militanların bölge sakinlerinin topraklarına ve hayatlarına el koyduğu dönemler olduğunu söylememize olanak tanıyan ampirik bir gerçektir.

Bu paradoksları gözlemlediğimizde ortaya çıkan şey, güneyden tam olarak silahlı tarafın nefret ettiğidir. Çünkü bir yandan tüm direnişçi radikallerin nefret etmekte oybirliğiyle birleştiği Lübnan formülünden nefret etmektedir. Diğer yandan da sert ve Lübnan modelinin yıkılmasını başarısının ve meşruiyet zayıflığını aşmasının şartı olarak gören bir dış modele sıkı sıkıya bağlıdır.  Bu iki girişe uygun olarak yukarıda bahsettiğimiz ikinci İbrahimi an baskın konumdadır. Toprak ve sakinlerini feda etmek, karşılıksız olmasına rağmen, başlı başına asil ve görkemli bir şey olarak tasvir ediliyor, çünkü sahiplerine direniş gücü kazandırıyor ve onlara uzun ve geniş olması tercih edilen şehit “kafileleri” hediye ediyor. Zira Ayetullah Hamaney'in memnuniyetini kazanmanın tek yolu budur.