Gerçekten de Gazze Şeridi'nde Ramazan Bayramı’ndaki acı iniltilerin yankıları, bilhassa alıcının vicdan ile atan bir kalbi varsa, dünyanın doğusundan batısına, yeryüzünün kuzeyinden güneyine duyulabiliyor. Nitekim yüzyıllar önce bir Arap şair şöyle uyarmıştı: "Canlı birine seslenseydim sesimi ulaştırırdım ama seslendiğim kişide hayat yok."
Bu beyit, 3 şaire, Amr ibn Ma'ad Yakrib ibn Rabia el-Zubeydi, Dureyd ibn el-Samma ve de Beşşar ibn Burda’ya atfedilir. Acaba onların arasında gerçekten bu beytin mülkiyet hakkı konusunda bir çekişme var mı? Yoksa bunun sorumlusu arama motoru Google’daki yayınlama özgürlüğü kaosu mu? Cevabını sevgili meslektaşım ve dostum Profesör İyad Ebu Şakra'ya bırakıyorum, çünkü o benden daha fazlasını biliyor ve Arap şiir divanları hazinelerine daha çok dalıyor. Kendisine sorduğumda hiç tereddüt etmeden şu cevabı aldım: Bu beytin sahibi Amr ibn Ma’ad Yakrib'dir. Ardından dostum bana, geçmişte Arapların söylediği gibi bir beyit daha ikram etti ve şair Amr’ın bir başka yerde de şu beyti söylediği bilgisini verdi: "Eğer bir şeyi yapamıyorsan bırak ve yapabileceğin şeye geç." Bunu duyunca iki beyti bir araya getiren siyasi bir boyut var mı diye kendime sordum.
Evet, var ama önceliğimiz şiir değil hüzünlü Gazze bayramının iniltisinin yankıları olmaya devam etmeli. Bu Ramazan Bayramı gününde kalpleri üzüntüyle parçalanacak ya da öyle olması gereken ilk kişiler, 6 aydır Aksa Tufanı savaşının yaşandığı Gazze Şeridi'nden uzakta yaşayan Hamas hareketi, İslami Cihat hareketi ve diğer Filistinli fraksiyonların liderleridir.
Savaş cehenneminde mazlumların çektiği acıdan altı ay sonra, ellerinde bulabildikleri boş bir yiyecek kabı ile kendilerinden daha büyük kadın ve erkeklerle yarışarak, ulaştırılan uluslararası gıda yardımları ile pişirilmiş yiyecekleri dağıtmaktan sorumlu kişilere bu kapları uzatmaya çalışan, Gazzeli kız ve erkek çocukların görüntülerini izlerken bu liderlerin neler hissettiklerini sormamız meşru değil mi? Evet, bugün bunun onlara sorulması meşru, hatta gerekli bir soru. Bölünme ve kayboluşun, felaket sonuçları 7 Ekim öncesindeki tüm kötü koşulları aşan bir “tufana” yol açacak düzeye varmasından sorumlu her taraftan hesap sormanın zamanı büyük olasılıkla geldi. Bu hesaplaşma gün gelecek gerçekleşecek ve bugün bazılarının hayal ettiği ya da birçoklarının arzuladığı kadar uzak değil.
Filistin bölünmesi dosyası, zaman elverdiği ve fırsat ortaya çıktığı anda neden hesap sorma masasına yatırılmalı?
Özetle, bu bölünme, adaletin ve uluslararası meşruiyetin Filistin halkının meşru haklarını güvence altına alacak şekilde uygulanmasının sağlanması yolunda en kötü etkiye sahip faktördür. Yetmiş altı yıl önce, zalim İsrail Devleti'nin kuruluşundan önceki yıllar boyunca bile, Filistinli liderler kendi programları veya ittifakları lehine ve halklarının çıkarlarına aykırı olarak kendi aralarında daima bir anlaşmazlık ve bölünmüşlük içindeydiler. Eğer özellikle Fetih hareketi ile Hamas hareketinin liderleri, 2007 yazında yaşanan bölünmeye bir an önce son vermeyi samimi olarak amaçlamış olsalardı, bugün tablo tamamen farklı olurdu. Bu bağlamda objektif bir analiz, Fetih'in Hamas'tan daha sorumlu olduğunu söylemeyi gerektiriyor. Çünkü Fetih ilk olarak, 1994'ten bu yana iktidarda olan aygıtlarının yozlaşması yoluyla Hamas'ın seçimleri kazanmasının ve iktidarda çoğunluk payı talep etmesinin önünü açtı. İkincisi, Hamas darbesini anında bastırmayı başaramadı.
Yukarıdakiler bana Amr ibn Ma'ad Yakrib'in şu beytini yeniden hatırlatıyor: "Eğer bir şeyi yapamıyorsan bırak ve yapabileceğin şeye geç.” Bu beyit de aklıma her zaman öncekilerden daha kötü felaketlere yol açan “ya hep ya hiç” sloganını getiriyor. Gazze Şeridi halkının bayrama bu halde ulaşmasına gerek yoktu. Ancak Gazze'de direnenlerin Ramazan Bayramı’ndaki iniltilerine rağmen, gelecekte daha güzel bir bayram konusunda hâlâ iyimser olmak gerekiyor.