Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Mağamsi’nin hikâyesini hatırlıyor musunuz?

Din - inanç ve kimliği birbirine karıştırmayı neden eleştiriyoruz. İslam'ın bir din ve kimlik ya da bir din ve vatan ya da vatan üstü bir din olduğu hep söylenmiyor mu?

Peki. Bunlar çoğu insanın aşikar olduğunu düşündüğü yaygın sözler. Bu nedenle sorgulamak ve tartışmak için üzerinde durmuyorlar. Aslında kimliğin bireyin zihinsel yapısındaki konumu ve davranışlarına yansıması kapalı bir aksiyom değil, tartışmaya açık bir konudur. Ben dinin toplumsal ve ulusal aidiyetlerden üstün olduğunu, dolayısıyla toplumsal bir kimlik olarak sınıflandırılmadığını, insanın hayatı boyunca benimsediği diğer kimliklerle rekabet etmediğini söyleyenlerdenim.

Daha önceleri, eğer bir kusur varsa bunun İslam'dan değil, Müslümanlardan kaynaklandığı şeklindeki aynı derecede popüler bir söz üzerinde düşünürdüm. Genellikle bazı Müslümanların davranışlarıyla ilgili bir tartışma yaşandığında, şiddet veya ayrımcı eğilimlere işaret eden eylemler hak dine atfedildiğinde genellikle bu söz söylenir. Aynı şekilde bilimsel ve teknik ilerleme yollarından uzak olmayı gerekçelendiren çağrılar da bu sözü kullanırlar. Bazılarımız Şeyh Muhammed Abduh'un 1881'de Paris'ten döndükten sonra söylediği “Batı'ya gittim, İslam'ı gördüm, fakat Müslümanlar yoktu. Doğu'ya gittim, Müslümanları gördüm, fakat İslam yoktu” sözünü de hatırlatırlar. Tanınmış Suudi Arabistanlı vaiz Şeyh Ayed el-Karni de, 2008 yılında Paris'e yaptığı geziden döndükten sonra benzer şeyler söylemiş ve bu gazetede yayımlanmıştı.

Bu ve benzer sözler çoğu insanın kabul ettiğini düşündüğüm bir konuya işaret ediyor, o da ideal din imajı ile takipçilerinin günlük uygulamaları arasında bazen dar, bazen geniş bir uçurum olduğudur.

Bunun herhangi bir insan grubu ile ister ilahi ister insani olsun benimsediği ideolojik yaklaşım arasındaki ilişkide doğal bir şey olduğuna inanma eğilimindeyim. İslam'a gelince, onun farklı zaman ve mekânlar için geçerli olduğunu söylememiz, kesinlikle onun her toplum ve zamanda uygulanmasının -zorunlu olarak- ideal imajdan farklı ya da hayatın gerçekleriyle çelişkili olacağı anlamına gelir. Eğer bu olmasaydı, içtihada ve yeniliğe ihtiyaç olmazdı. Her yeni fikir veya –daha dikkatli olup- yeni fikirlerin çoğunluğu diyelim, aslında hakim düşünsel ve davranışsal sistemlerde cevabını bulamayan, bu nedenle de bazı insanları cevabı bulmak için akıllarını çalıştırmaya iten bir sorudur. Dinden bilim, teknoloji, edebiyat ve diğerlerine kadar her alanda yeni olan her şey böyledir.

Bunların bütün Müslümanların üzerinde anlaşmaya vardığı konular olduğunu düşünüyorum. Ancak reform ve aydınlanmayı savunanlar, dahası yeni bir görüşe sahip olan her insan, kendi görüşünü açıkladığında zorluklar yaşıyor. Tanınmış Suudi Arabistanlı fıkıh alimi Şeyh Salih el-Mağamsi'nin geçen yıl Ramazan ayında yeni mezheplerin ortaya çıkmasına yol açsa da içtihat kapısının açılması yönünde yaptığı çağrıya verilen sert tepkiyi hepimiz hatırlıyoruzdur.

Mağamsi'nin hikayesi ve buna benzer birçok hikaye, yenilenme çağrılarına verilen sert tepkinin, bağımsız bir din olarak İslam için duyulan korkudan kaynaklanmadığını, bunun daha ziyade, genellikle bir tür nefsi müdafaa, yani din kılığına bürünmüş sosyal kimlik olduğunu ortaya koyuyor. Bunu biliyoruz çünkü yeni çağrılara karşı çıkanlar dinin içtihada engel olduğunu söylemezler, aksine şöyle derler: Selefler ardıllarına ne bıraktılar? Bize miras kalan ve alıştığımız şeyleri nasıl bırakırız?

Yeni görüşün karşıtları, din hakkında konuşmanın yasak olduğunu iddia etmiyorlar çünkü selefler bunu yaptılar. Ancak selefler istikrarlı bir sosyo-kültürel sistemin parçası oldukları için, yeni görüş sahiplerinin seleflere karşı çıkmalarını eleştiriyorlar.

Bu arada, yeni görüşlere yönelik bu sert tavır, belirli bir mezheple sınırlı olmayıp, istisnasız tüm İslam mezheplerinde hakim olan bir davranıştır. Dini temelde kurulduğunu iddia eden parti, grup ve örgütler de onları bu yolda takip etmişlerdir.

Burada, İslam'ı karakterize eden kimlik ve sosyal sistem eleştirisinin din eleştirisine eşit olmadığını vurgulamak benim için önemli. Keza bunu veya dini eleştirmek her ikisine de zarar vermez, aksine dini fikrin yenilenmesi için gereklidir.