Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Kızgın teneke dam üstünde

Yazının başlığı Amerikalı yazar Tennessee Williams'ın ‘Kızgın Damdaki Kedi’ adlı oyunundan alındı. Kızgın teneke, üzerinde yatan, sıcaklığından ve ateşinden atlamaya bile gücü yetmeyen birkaç Arap halkını zorlayan tenekedir. Halkları yakıcı ateşe atanlar çoğunlukla iç rakiplerdir. Öldürüyorlar, öldürülüyorlar ve geri çekilmeden, tereddüt etmeden, arabuluculuk yapmadan ya da kadınlar, çocuklar ve yaşlılar da dahil olmak üzere çevrelerindeki çatışmalarda can verenlerin yardım çağrılarını dinlemeden savaşıyorlar!

Lübnan'daki direniş hareketi ile dayanışma içinde olanlardan biriyle aramızda geçen ilginç bir konuşmayı özetleyeceğim. Gazze ile dayanışma ve İsraillilere karşı Hamas'a yardım bahanesiyle güneyde her gün ölen gençlere üzülüyordum. Bu gençlerin ölümünün Hamas'a hiçbir şekilde fayda sağlamayacağını söyledim. “Yüzlerce gencin ölümüne yol açan karşılıklı ateş her iki taraf için de tehlikeli oldu. Yüz binden fazla kişi yerinden edildi ve binlerce ev yıkıldı. Karşılıklı ateşin tüm Lübnan'daki uygarlığı ve insanları tehdit eden kapsamlı bir savaşa dönüşme olasılığı var. Hizbullah ve militanlarının Lübnan'ı ve halkını, kendilerine danışılmayan, devletlerini ve vatanlarını tehdit eden bir savaşa bulaştırmaya hakları yok. Ayrıca bu bir savunma savaşı değil, tam aksine İran stratejisinin bir parçası!” dedim. Adam, bu itirazdan memnun değildi. Sadece ilk kısma cevap vereceğini söyledi ve şu ifadeleri kullandı: “Bu insanlar ideolojik bir gruba ait oldukları için üzülmeye gerek yok. Onlar yetiştirildiler, eğitildiler, çalıştırıldılar ve profesyonel olmaya itildiler. Er ya da geç bir savaşa yakıt olabileceklerini biliyorlar. Hepsi aylık ödenekleri, evlilikleri, eğitimleri ve ailelerinin ve akrabalarının katıldığı mevcut iş sözleşmesi ile Hizbullah’ın koruması altında. Onların bağlılığı fedailerden daha derin. Çünkü duygusal değiller. Bir bakıma rasyoneller ve olayların sonuçlarını biliyorlar. Bu nedenle ailelerinin onlar için üzülmeye hakkı yok. Çünkü hepsi başından beri biliyordu. Kaybetmenin ve yaşamın başlangıcındaki o genç dalları kesmenin dayanılmaz acısına aldırmadan, şanlı olduğunu düşündükleri bu kadere ikna olmuşlardı!”

İlk iki dönemde, yani milli ve İslami dönemde, tesellinin bir kurtuluş umudu olduğuna, esasen bir vatan ve vatandaş savunması olduğuna, dini, milli ve kişisel anlamlar taşıdığına alışmıştık. Bunu gerçekleştirenler profesyonel askerlerdi. Daha sonra orduların artık işe yaramadığı ve Filistin'i özgürleştirme görevinin gerillalara düştüğü söylendi. Otuz yıl boyunca, büyük ulusal ve İslami örgütler ortaya çıktı ve gelişti. Çatışmalar, bir yandan kendi aralarında, diğer yandan düşmana karşı olmak üzere ikili hale geldi. Önde gelen bir Filistinli Hizbullah destekçisi kendisiyle şakalaşırken bana, kurtuluşun belirli bir dönemi ya da net bir ufku olmayan profesyonel bir meslek haline geldiğini söyledi. Avantajının ise devlet kadar masraf gerektirmemesi olduğunu, zira savaşmadan yıllar geçebildiğini ifade etti! Dedi ki: “Hayal görüyorsunuz. Çünkü barış zamanında harcamalar azalmaz, sadece ölü sayısı azalır. Tam zamanlı çalışanların maaşları ödeniyor, şehit ailelerine harcama yapılıyor, eğitim ve öğretim devam ediyor, silahlar satın alınıyor ve yenileniyor...vb. Ama en önemli şey, bir gün savaşmaya geri dönmeniz, uyum, destek ve dayanışmayı kaybetmemeniz gerektiğidir.” Ona cevaben dedim ki: “Ama siz düşmanla birkaç savaşa girdiniz ve kaybedenler olarak çıktınız. Sizden yeni bir savaş kazanmanız beklenmiyor.” O da bana şöyle dedi: “Bu bizim kaderimiz ve bizim neslimiz -önceki nesil gibi- başarısızlık nedeniyle örgütü feshetmeyi düşünmüyor. Profesyonellik açısından alaycı olsanız bile haklısınız. Çünkü devrim bu zamanda bir zanaattır ve artık devlete geçiş için bir aşama değildir!”

Devletlerin kontrolü eline almasıyla dinen milliyetçi isyanın ardından patlayan İslam devriminin kökenleri gerçekten tuhaf. Zira bu, Afganistan'da Sovyetlerle savaşmak için ABD’liler tarafından icat edilmiştir. Daha sonra maceracıları, dolandırıcıları, eroin arayanları ve uyuşturucu kaçakçılarını bir araya getirerek sayısız kola ayrıldı ve İslami köktencilik ya da İslam adına tüm ölümcül suçlar ve anormal konuşma ve davranışlar için geçerli bir maske haline geldi. Dünyanın dört bir yanına yayıldılar ve başta 2001'de ABD'ye yapılan saldırı olmak üzere dünyanın dört bir yanında terör operasyonları gerçekleştirdiler. Ancak en büyük operasyonları Suriye ve Irak'ta gerçekleşti. Onların iki büyük sembolü El Kaide ve DEAŞ oldu. On binlerce insanı öldürdüler, milyonlarcasını yerinden ettiler, İslam'ın çehresini bozdular ve Ortadoğu'dan Afrika Sahel'ine kadar adı olan ya da olmayan her çığlık için bir pelerin haline geldiler.

Arap devletleri ve halkları üzerinde ağır bir yük oluşturan silahlı milislerin devam eden dördüncü bölümü, 2011'de başlayan değişim hareketleriyle ortaya çıkan bölümdür. Güçlü devletler bu çete hareketlerini bastırabildi. Zayıf yönetimler ise sloganları milliyetçi, vatansever ve İslamcı arasında değişen, liderler, kilit kadrolar ve binlerce takipçiden oluşan paralı asker grupları olan milisleri ölümsüzleştirdi. Bazıları dış desteğe bel bağlarken bazıları da iç yağmayla geçiniyor. Suriye, Libya, Irak ve Sudan'da yaygındırlar. Mevcut devlet yönetimiyle iktidarı paylaşırlar, onun ordusu olarak çalışırlar ya da iktidarı ondan veya ordularından almak için onunla mücadele ederler.

Bir dizi Arap ülkesinde yaygın olan dört tür milis vardır: İran milisleri, şiddet yanlısı İslamcı milisler, Filistin davası milisleri ve iç bölünme milisleri (=paralı askerler).

Peki ya en zararlısı hangisi?

Hepsi çok zararlı. Çünkü güç için devletler ve ordularıyla rekabet ediyorlar ve kaos ve yıkım yayıyorlar. Filistin'de bile Filistin Yönetimi'nden ayrılan ve Filistinlilerin işgale karşı koyma kabiliyetini büyük ölçüde zayıflatan örgütler var! İç bölünme milislerinin kontrollerini sınırlandırmak için müzakere edilebileceği iddia edilebilirdi. Ancak Libya ve Sudan'da yaşananlar ve yaşanmakta olanlar bunun çok zor olduğunu kanıtlıyor.

Mevcut durumun en büyük sorumluluğunu kim taşıyor?

Başlangıçta eski ya da yeni devlet yönetimlerinin sorumluluğundaydı. Şimdi ise yerel olanlar da dahil olmak üzere tüm milisler yabancı ülkeler tarafından da desteklendiğinden, bu durum her zaman yanan ve kaçışın olmadığı sıcak bir teneke damdır.

Bugün acı çeken ülkelerin her birinin uzun bir kurtuluş, ilerleme, uygarlık ve kentleşme tarihi var. Lübnan'daki Filistinli mülteciler bile, 1950'li ve 1960'lı yıllarda okullarımızda matematik ve İngilizce öğretmek için onlara güveniyorlardı. Bu, mimarinin, üniversitelerin, hastanelerin ve çeşitli yönlerden yeni ve gelişmiş endüstrinin kanıtlarını içerir. Tüm bu aydınlanma çabaları (ulusal) milisler tarafından ateşle yok ediliyor.