Binyamin Netanyahu ve savaş hükümetinin Washington'un Refah şehrini işgal etmekten kaçınması yönündeki “taleplerine” meydan okumasına karşılık olarak ABD Başkanı Joe Biden'ın İsrail'e “belirli silahların” sevkiyatını askıya alma kararı konusunda hâlâ kafam karışık.
Açıkçası, Başkan Biden'ın İsrail'in Washington'un çıkarlarına –duygularına demiyoruz- yönelik korkunç umursamazlığına, Netanyahu ve yandaşlarının yerinden etme ve soykırım suçlarını Gazze Şeridi'nden geriye kalan son bölgede de devam ettirmekte diretmelerine karşı sabrı taştıktan sonra nihayet "cesaretini topladığından" emin değilim.
Bunu söylüyorum çünkü Joe Biden'ın nasıl bir yönetimin başında olduğunu çok iyi biliyorum. Çeşitli örgütleri, kişilikleri, nüfuz ve finansman ağlarıyla yuvalanmış İsrail lobisinin Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler üzerindeki mutlak hakimiyetinden bir an bile şüphe duymuyorum.
Bu sebeple, Beyaz Saray'ın efendisinin, mevcut zorla göç ettirme savaşının başlangıcından bu yana İsrail’in suçlarını meşrulaştırmada başarılı olan yönetiminin bazı "anahtar" isimlerinden tavsiye almamış olmasının pek olası olmadığını düşünüyorum. Benim iddiama göre, bu isimler Kongre'nin her iki kanadı üzerinde de neredeyse tam kontrol sahibi olan, dolayısıyla başkanlık seçimi yılında kendisine karşı durmanın, hatta onu eleştirmenin çılgınca olacağı etkili bir güç ile karşı karşıya olduğu konusunda kendisini uyarmamış olamazlar.
Nitekim Netanyahu'nun, her zamanki küstahlığıyla, silah sevkiyatını askıya alma kararına meydan okuyan, hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini duyuran açıklamasını, herkes gibi ben de duydum ve okudum. Netanyahu “Tek başımıza savaşmamız gerekirse, tek başımıza savaşırız. Gerekirse tırnaklarımız ile savaşırız” diye de konuştu. Öte yandan tecrübeli muhafazakar sağcı şahinlerden John Bolton, Biden'ın silah sevkiyatını durdurma kararının kendisini önümüzdeki Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakabileceği yönünde bir açıklama yaptı.
Buna ek olarak, Amerikan Başkanını böyle bir zamanda –her ne kadar pek bir şeyi değiştireceğini düşünmesem de- bu tür bir “pozisyon” alma riskini almaya teşvik etmiş olabilecek birkaç faktör olduğunu düşünüyorum. Bunlardan öne çıkanlar şunlar:
1- Cumhuriyetçi politikacıların çıtayı yükseltmeleri. Çünkü Başkan Biden İsrail'in pozisyonunu savunmada ne kadar ileri giderse gitsin, Donald Trump ve Cumhuriyetçi Parti'nin diğer liderleri ona göre çıtayı daha yüksek tutmakta tereddüt etmediler ve asla tereddüt etmeyecekler. Sadece Trump'ın başkanlığı döneminde Likud'un hayallerini dile getiren politikaları değil, aynı zamanda eski başkanın ve onunla çalışmak isteyen ya da Kasım seçimlerinde aday olamaması halinde onun yerini almak isteyen bazı kişilerin açıklamaları da bunu gösteriyor.
2- ABD’nin en doğusundan en batısına kadar dört bir yanındaki üniversite kampüslerindeki öğrenci ayaklanmaları durgun suları karıştırdı. Bilhassa katliam ve korkunç yıkım sahneleri modern medya ve iletişim teknolojileri aracılığıyla her gün, her saat, ABD ve Batı'daki her eve aktarıldığı için, bu ayaklanma aslında İsrail'in uzun süredir arenayı tekeline alan söylemini sarstı.
3- İsrail aşırı sağı, geçtiğimiz Ekim ayından bu yana aylar boyunca daha agresif, kibirli ve ırkçı söylemler “kustu”. Aşırılık yanlısı bakanlar Itamar Ben Gvir ve Bezalel Smotrich'in yanı sıra katı yerleşimci ve toprak ilhakı yanlısı liderlerin açıklamalarına, herhangi bir tarafsız veya ılımlı gözlemciyi kendisinden uzaklaştıran kışkırtıcı bir ton damga vurdu. Bu durum, kendisini savunmayı partilerin ve büyük medya kuruluşlarının içindekiler dahil, aracı olan gruplara emanet eden İsrail propagandası ve psikolojik savaş yoluyla desteklenen "İsrail'in kendini savunma hakkı" yalanını, Batı'da (hem ABD hem de Avrupa) körü körüne benimsemeyi reddeden pek çok kişi üzerinde gerçekten olumsuz bir etki yarattı.
4- Ortadoğu'daki Arap ve bölgesel hesaplardır. Burada gözlemci iki müttefik güç arasında doğrudan bir çıkar çatışması görüyor. Birinci güç, dünyanın çok hassas bir bölgesinde özellikle Çin ve Hindistan'ın çıkarlarını genişletmelerinin yanı sıra, kuzeyinde, Karadeniz ve Kafkas Dağları boyunca zaten var olan Rus jeopolitik gerçekliğinin gölgesinde burada hesapları, dostlukları ve düşmanlıkları bulunan bir süper güç olan ABD’dir. İkincisi, bölgesel bir güç olan İsrail’dir ve kendisi Amerikan iktidar yapısı içerisinde büyük bir nüfuza sahip bulunuyor. Washington'un diğer bölgesel aktörler (Araplar, Türkiye ve İran) ile çıkarlarının etkilenip etkilenmediğini hiç umursamıyor. Tam tersine, İsrail'in amacı Washington ile özel ilişkiyi "tekelleştirmek" ve daha sonra bunu herhangi bir zamanda tüm komşularına ve yerel rakiplerine saldırmak için kullanmaktır.
Her halükarda, kaçınılmaz olarak bir risk unsuru mevcut. Ancak Ortadoğu'da koşullar o kadar kötüleşti ki, her uyuduğunda farklı bir haritaya uyanan bir bölge için tam ve entegre bir vizyon ortaya koymak için koşulların olgunlaşmasını bekleyemezler.
Bu, sorunların iç içe geçtiği, düşmanlıkların arttığı, hataların çoğaldığı, birçok biriminde modern devlet ve sivil toplum bileşenlerinin çöktüğü bir bölge.
Tevratçıları, oportünistleri ve “militaristleri” ile İsrail sağı bile, birlikte yaşama fırsatlarını ve insanların geleceklerini öldürme politikasından kaynaklanacak “düzensiz kaos”un anlamını henüz tam olarak kavrayamamış olabilir.
Öte yandan Batı'nın da çoğu zaman kabul etmeye cesaret edemediği sorunları var. Kasım ayında yapılacak ABD başkanlık seçimleri, parti yaşamının durgunluğu, dini ve ırkçı aşırılığın artması ve gençlerin parti yapısının onları dinleme becerisine olan güvenlerinin azalmasına ilişkin açmazların ortaya çıkacağı bir “durak” olabilir.
Batı Avrupa'ya gelince, bazı ülkelerde durum yerel ve kıtasal nedenlerden dolayı çok daha kötü. Bir dizi demokratik ülkede neo-faşist “çatışmacı” sağın yükselişine doğrudan katkıda bulunan göç krizi de bu nedenlerden biri. Neo-faşistler iktidardaki “uzlaşmacı” partilere meydan okuyabilecek tek (alternatif) güç haline geldikçe, Avrupa Birliği'nin kimliği ve ortak çıkarları, hatta dış ilişkileri bile tehdit altına giriyor.
Son olarak Avrupa’nın eski-yeni endişe ve korkusu olan Rusya var.
Bana göre, Avrupalılar için kendisini güvende hisseden bir Rusya'dan daha tehlikelisi kendisini kuşatılmış ve hedef alınmış hisseden bir Rusya’dır!