Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Tünellerden çıkış

Yetmiş yıldır Filistinliler küresel vicdanın kapısını çalıyorlar. Onlara sakinleştiricilerle, bandajlarla ve battaniyelerle karşılık veriliyor. Sonra unutuluyorlar. Genç bir nesil Nekbe'yi kaçınılmaz bir kader olarak görmeyi reddetti. Yaser Arafat, George Habaş, Ahmed Cibril ve diğerleri silahlandılar. Adaletsizlik devam etti, büyüdü ve silahlar daha sert ve saldırgan nesillere aktarıldı.

Hikâye Yahya Sinvar ve saklandığı söylenen tünelle başlamadı. Bundan önce de tüneller vardı. Aksa Tufanı ile başlamadı. Daha önce de ondan daha az şiddetli de olsa, tufanlar yaşandı. İsrail'in kuruluşunun bizzat Filistin halkını karanlık bir tünele ittiği söylenebilir. Bütün bir halk işgalin boyunduruğu ya da çadır hayatının zorluğu ve sürgünü altında köklerinden sökülüp dört bir yana dağıtıldı. İsrail, Filistin halkının adaletsiz ve karanlık tüneldeki ikametini derinleştirmekten başka bir şey yapmadı. Nekbe Ortadoğu'yu adeta bir tünele itti.  Bölgedeki devrimlerin ve darbelerin çoğunluğunun, yayınladıkları 1 numaralı bildirilerinde Filistin'in özgürleştirilmesine dayandığını unutmak doğru değil. Bölge halkının bu çatışmadan vazgeçmesi zor oldu.

Altmışlı yılların sonlarında, 1967’deki yenilginin acısının gölgesinde Filistinliler arasında öfke duyguları arttı. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin lider kadrosundan ve “dış operasyon” sorumlusu olan Dr. Vedi (Wadie) Haddad “her yerde düşmanın arkasında olacağız” sloganını ortaya atarak uçak kaçırma eylemlerini başlattı. Eylemler, 1970 yılında birkaç uçağın kaçırılıp Ürdün'deki el-Savra Havalimanı’na götürülmesi ile zirveye ulaştı. Haddad’ın arkadaşlarından eylemlerin amacının, Filistinlilere yapılan adaletsizliği dünyaya hatırlatmak ve işgal hapishanelerinde çürüyen bazı mahkumları serbest bırakmak olduğunu duymuştum.

Savra Havalimanı hadisesinden iki yıl sonra Fetih hareketinin liderlerinden Salah Halaf (Ebu İyad), dünyanın Filistinlilerin haklarını göz ardı etme konusundaki ısrarından endişe duydu. Münih Olimpiyat Oyunları'na sızmayı tasarladı ve planı uygulama hazırlıklarında saha çalışmalarına bizzat katıldı. Bu eylemin amacının asla İsrailli sporcuları öldürmek değil, Filistin davasını dünyaya hatırlatmak ve rehin alınan sporcuları İsrail hapishanelerindeki mahkumlarla takas etmek olduğunu Ebu İyad’dan duydum.

Uçak kaçırma eylemleri amacına ulaşmadı ama Filistinliler devletsiz yaşadığı sürece istikrarın olamayacağını haykıran bir ses oldu. İsrail, “Münih Tufanı”na kanlı, çok mekanlı bir kovalamaca ve bir dizi can yakıcı suikast ile karşılık verdi. Her iki durumda da Filistinlileri terörizm ve sivilleri hedef almak ile suçlayan birçok ses yükseldi.

Son yıllarda Filistin-İsrail çatışmalarının aşamalarını takip eden herkesin dikkatini emsaller çekecektir. Ne tüneller yeni ne de uçaklar. Bir gün Halk Cephesi Genel Komutanlık liderlerinden Fadl Şaruru beni güney Lübnan'da bir “geziye” davet etmişti. Yolculuğun Cephe’nin bir üssüne olacağını düşünerek onunla gittim. Sayda ve Sur şehirleri arasındaki bir noktada araba yoldan saptı ve dağlık bir alana tırmanmaya başladı. Hiçbir şey çağrıştırmayan bir yerde durunca şaşırdım. Daha sonra iki silahlı adam ortaya çıktı. Dolambaçlı bir toprak yoldan ilerledik ve kendimizi kayaya oyulmuş büyük bir deliğin önünde bulduk. Bir fener yakarak mekâna girdik. Bu, Cephe’nin kazdığı ilk tüneldi. Şaruru bana savaşçının kendisini, hava sahasını kontrol eden İsrail uçaklarından koruyabileceği, silah ve malzeme depolayabileceği bir yere sahip olmasının önemini anlattı.

Yıllar sonra Cephe’nin lideri Ahmed Cibril ile Şam’da anılarının sayfalarını çevirmiştim. Filistinlilerin tünel açmaktan başka seçeneği olmadığını, bu konuda Kore ve Vietnam deneyimlerinden ilham aldığını söylemişti. Aynı zamanda Cephe'nin İsrail topraklarında türünün ilki olan saldırısını gerçekleştirmek için ilkel planörleri kullanma konusundaki başarısından da bahsetmişti. Aksa Tufanı başladığında, Cibril'in, Sinvar'ın tünellerine ve İHA’larına dönüşen tünellerini ve planörlerini hatırladım. Elbette Cibril’in tünelleri ile Sinvar’ın tünelleri arasında dünyanın değiştiği, İran'ın değiştiği, Hamas hareketinin doğduğu bir zaman aralığı var.

Mesele ne Sinvar’ın tünelleri ne de Refah tünelleri değil. Ortadoğu bir bütün olarak karanlık ve tehlikeli bir tünelde yaşıyor. Manama'da gazeteci arkadaşlarımla birlikte Bahreyn'de düzenlenen Arap Zirvesi çalışmalarını takip ederken hissettiğim şey buydu. İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği korkunç katliam tüm bölgeyi bir yol ayrımına getiriyor. Aksa Tufanı tek bir savaşa değil, farklı yoğunluklarda da olsa bir dizi savaşa yol açtı. Netanyahu'nun kör politikaları, İsrail'in ve bölgenin tüneldeki ikametini derinleştiriyor. Nihai bildiri veya Bahreyn Deklarasyonu ya da bir sonraki aşama hakkında sorulan sorulara katılımcıların verdiği yanıtlarda durumun ciddiyeti açıkça görülüyordu.

Bahreyn Zirvesinin mucizeler yaratması beklenmiyordu. Arap bedeni, çatlakların ve müdahalelerin yaralarıyla dolu. Ortadoğu birçok savaşa ve kadim nefretlere ev sahipliği yapıyor. Büyükler kulübü içindeki ilişkiler, yeni bir soğuk savaşa işaret ediyor ve son Çin-Rusya zirvesi anlamlar ve mesajlarla doluydu. Ancak Arap Zirvesi, çalışmalarının sonunda bölgeyi itildiği tünellerden çıkarmanın tek yolunun altını çizdi; ateşkes, belirli bir takvim ile siyasi süreç kapısının açılması ve son olarak bağımsız bir Filistin devletinin kurulması.

İsrail'in siyasi körlüğü bölgeyi felakete sürükledi. Netanyahu, Yaser Arafat'ın gerçekçi bir çözümü kabul etmesinin önemini göz ardı etti. Beyrut'ta açıklanan Arap Barış Girişimi’ni görmezden geldi. Filistin Otoritesini zayıflatmaktan mutluluk duydu ve böylece tüneller ve tufanlar zamanının kapısını açtı. Dünya olup bitenlerin sesine uyandı, ancak tünellerden çıkış yolculuğuna başlamak, ABD'nin taraflılık ve tereddüt tünelinden çıkmak konusunda kesin bir karar almasını gerektiriyor. Bağımsız bir Filistin devleti olmazsa, tünel ve tufanların doğuşuna son vermek zor.