Çocuk büyüyüp okula gönderildiğinde, doğumundaki gibi iyi bir hemşireye değil, iyi bir öğretmene ihtiyaç duyar.
Arthur Schopenhauer, Avrupa'nın Hıristiyanlığı ve ona olan ihtiyacını aştığını söylemek için bu tasviri kullanır.
Durum şu ki, İran rejimi ve her şeye rağmen ayakta kalmakta inat eden benzer rejimlerin sorunu, çocuğun 45 yaşına ulaşmasına rağmen onunla hâlâ bir hemşirenin ilgileniyor olmasıdır.
İbrahim Reisi, Hüseyin Emir Abdullahiyan ve arkadaşlarının hayatlarına mal olan son olay üzerinde biraz düşündüğümüzde, çocuğa hemşirenin bakmasına izin vermenin sonuçları açıkça ortaya çıkıyor. Adı geçen liderlerin ölüm duyurusunun, hayat ve canlılık işaretleri olduklarına inanmamız istenen başka birçok ölümün duyurusunu da gizlediğini söylemek abartı olmaz. Duyurusu sessizlik ve gizlilikle örtülen ikinci ölüm, rejimin siyasi cephesine ve ardından bu cepheyi oluşturan İran seçim ilkesine uzanıyor. Çünkü cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanı olsun ya da olmasın işler normal seyrinde devam ediyor ve bunun nedeni de gerçek otoritenin, bilindiği gibi, sıkı bir şekilde Dini Lider Ali Hamaney ve Devrim Muhafızları’nın elinde olması. Tahran'ın politikasındaki olası değişikliklere ilişkin ortaya atılan analizlerin çoğunu spekülasyonlar israfına dönüştüren de budur. Daha az müsrif gözlemcilere gelince, asıl mesele olan Dini Liderin halefi konusu üzerinde durdular, çünkü işin özü burada yatıyor.
İkinci ölüm duyurusu, nispeten ileri askeri tekniklerin içler acısı durumunu gizlemesi amaçlanan sivil bilimsel teknikleri kapsıyor. İran kendi bilimine “direniş” bilimi diyebilir ve böylece her zamanki gibi yokluğunu sözlü olarak aşabilir ve bu yokluğu erdeme dönüştürebilir. Ancak gerçek şu ki, ülke, direniş olsun ya da olmasın, eski ve çökmek üzere görünüyor; tıpkı Leonid Brejnev'in son yıllarında, Çernobil kazasının bilimsel ve teknik geri kalmışlığının boyutlarını ifşa etmeden önce Sovyetler Birliği'nin göründüğü gibi. Mihail Gorbaçov'un önderliğinde ise bir kazma darbesinin tüm yapıyı çökertmeye yeteceği açığa çıkmaya başlamıştı.
Üçüncü ölüm duyurusu, halkın erişebileceği bilgilerle ilgiliydi. Muğlaklığı ve şüpheleri ortadan kaldıracak bilgileri elde etmek, bu gizli ülkede yastığın altında ışığı aramaya benziyor. Resmi anlatım ile çelişen bilgilerin "sızdırılması" veya otoritenin belirlediği zamandan önce sızdırılması ise kaçınılmaz olarak komplo olarak sınıflandırılıyor. Bu tür davranışlar, sosyal medya ve bilginin yayılması çağında kendisine skandal bir nitelik kazandırıyor.
Tek bir hadisenin gösterdiği bu ölüm duyuruları, bilinen ve sık rastlanan birçok ölüme ekleniyor. Bu ölümlerin bazıları kötüleşen ekonomik durumla ilgili, bazıları da Mahsa Amini ve ondan önce Nida Ağa Sultan’ın kaderlerine şahitlik ettiği kadınların koşullarına uzanıyor. Buna ilaveten, söz konusu duyurular nüfusun sayısına kıyasla dünyadaki en yüksek idam oranına ulaşmanın yanı sıra, Tahran'ın dış rollerinin yalnızca gerginlik ortamında yeşerdiği, bölgedeki her barışçıl dönüşümle birlikte gerilediği yönündeki derin duyguyu da içeriyor. Daha yüksekte oturan Dini Liderin ayakları dibinde oturan sözde siyasi ve askeri liderler görüntüsü, dünyada eşi benzeri olmayan emsalsiz bir görüntü olmaya devam ediyor.
Bu, İran'ın ölü olduğu anlamına gelmiyor, çünkü oldukça canlı; nükleer bir projeye sponsor, bölgesel ve uluslararası denklemlerde hesaba katılan bir aktör olabilir. Bir düğmeye basarak devasa, öfkeli kalabalıkları sokağa dökebilir. Bu kalabalıklar sıkılı yumruklar ve tek imzalı bir slogan ile sağa sola “ölüm” dağıtabilir. Ayrıca dört Arap başkentinde kendisine ciddi nüfuz yerleri oluşturabilir, Suriye topraklarının ve otoritesinin önemli bir bölümünün işgalinde çok ileri gidebilir
Dolayısıyla modeli, hayat ile ölümü başarılı bir şekilde gizleme ve daha sonra bu gizlemeyi uzun veya kısa bir süre devam ettirme konusunda parlak bir modeldir. Bu süre içinde de pek çokları bu modeli takip ediyor. Kimisi, bir tür özgürleşme istediğini söylüyor. Kimisi bir tür özgürleştirme istiyor, kimisi de atalarının yaşadığı gibi yaşama niyetinde olduğunu beyan ediyor hem de atalarımızın bu şekilde yaşadığına dair derin şüphelere rağmen. Batı ve modeli en zor zamanlarını yaşar ve onlara yönelik şüpheler artarken, İran modelinin geçerliliğine ve uygunluğuna yapılan vurgu da artıyor. Afrika ülkeleri Batı’yı topraklarındaki son mevzilerinden de söküp atarken, Amerikan üniversitelerinden, tüm dünya halklarının nefes almasını engellediği söylenen sömürgeciliğe karşı dünyayı harekete geçmeye çağıran sesler duyuluyor. 1979 İran devriminin, emperyalizmi ve aydınlanması ile bütünüyle Batı modeline en eksiksiz yanıt olduğunu ve hâlâ da öyle olduğunu biliyoruz. Bu da bahsi geçen Batı'nın her kaybının, İran devrimi modeli için net bir kazanç olduğunu gösteriyor.
Ancak İran ve ona sadık olanlar büyük bir labirente doğru ilerliyorlar ve Batı modelinin krizi ona netlik ve yön kazandırmaya yetmiyor. Yapay yaşamın yüzeyinin altına gömülü ölümlerin bolluğu bu labirente işaret ediyor. Durum tam olarak böyle, çünkü iddia edilen güç ne kadar uzun sürse de geçici ve istisnaidir. İranlılar, hemşire tarafından bakılan ve asla okula gitmeyen çocuklar olarak kalmaya zorlanıyorlar.