Sam Mensa
TT

Lübnan uzlaşısı ve Batı ile anlaşmazlık tuzağı

Lübnanlılar, tıpkı şu anda giderek kötüleşen Suriyeli mülteciler sorunu konusunda varmış oldukları uzlaşma gibi, hiçbir zaman tek bir konu üzerinde uzlaşmaya varamadılar. Öyle ki, Lübnan uzlaşısı ibaresi herkesin ağzında ve dilinde dolaşıyor. Lübnan’da on yıldan fazla bir süre boyunca tüm bölgelere yayılmış ve sayılarının yaklaşık iki milyon olduğu tahmin edilen mültecilerin sayısının her düzeydeki ciddiyeti konusunda herkes aynı fikirde. Mülteciler sorunu uzmanlar tarafından ele alınmalı, ne var ki Lübnan’da konuya yönelik mevcut yaklaşım, Lübnan veya ulusal uzlaşı olarak adlandırılan hususun siyasi yönünü ele alıyor. Uzlaşı ise özellikle Lübnan krizine onlarca yıldır damga vuran inatçılığın ortasında hep ihtiyaç duyulan ve memnuniyetle karşılanan bir şeydir.

Sorunun ciddiyeti ve çözümünün gerekliliği konusundaki uzlaşıyı tartışmak gereksiz. Ancak bir yandan Gazze savaşı, bölgenin güvenliği ve geleceği üzerindeki yansımaları ile bölgesel, diğer yandan krizlerin birbirini takip ettiği yerel düzeyde zor bir dönemden geçilirken, bu ikilemin bir anda Lübnan'daki “tüm sorunların anası” haline gelmesi şaşırtıcı. Yerel düzeyde sorunlar birbirini öyle takip ediyor ki, Lübnanlılar bir sorunu çözmeden sayfayı çevirip yeni bir soruna geçmeyi alışkanlık haline getirdiler. Bu sorunların başında ise şunlar geliyor; ekonomik ve mali çöküş, Beyrut Limanı’ndaki patlama ile ilgili soruşturma, cumhurbaşkanlığı makamının boş kalması, kaybolmuş hükümet, Hizbullah'ın silahı ve ülke üzerindeki kontrolü, güneydeki kasaba ve köylerin tamamını yok eden destek ve oyalama savaşının sonuncusu olduğu bölgesel çatışmalara dahil olması. Hizbullah’ın bölgesel çatışmalara dahil olması, siyasi karar alma üzerindeki egemenliğinin ve ülkenin kimliğini ve rolünü değiştirme sürecinde ilerlemekteki ısrarının doruğunu ifade ediyor.

Bugün tüm bu kronik ikilemler göz ardı edilip, Suriyelilerin varlığı tüm siyasi aktivizmin başlığı haline geliyor. Buna ilave olarak, mültecilere karşı kuşku uyandırıcı sıklıkta, kışkırtıcı medya ve reklam kampanyaları organize ediliyor. Kampanyaların biçimi ve içeriği, Suriyeliler ile Lübnanlılar arasında nasıl başladığını bildiğimiz ama nasıl biteceğini ve maliyetinin ne olacağını bilemeyeceğimiz bir çatışmanın habercisi olan büyük riskler taşıyor.

Lübnan'daki Suriyeli mülteci ikilemi ile yüzleşmek için benimsenen yöntem, birden fazla durak üzerinde durmayı gerektiriyor. Bu durakların ilki de İran eksenine karşı çıkan sözde egemenlik yanlısı güçlerin, özellikle de Hıristiyan olanların genel olarak Batı’yı sertçe eleştiren anlaşılmaz politikasıdır. Bu güçler Fransa'nın Lübnan'daki rolünü sistematik olarak hedef alıyorlar. ABD Özel Temsilcisi Amos Hochstein'ın misyonuna yönelik örtülü eleştirilerde bulunuyorlar. Mülteciler Yüksek Komiserliği aracılığıyla BM ile keskin ve şiddetli bir anlaşmazlık yaşıyorlar. Son zamanlarda da Avrupa Birliği’ne karşı bir kampanya yürütüyorlar. Batılı ülkeler ile anlaşmazlıklar, ertelenen cumhurbaşkanlığı seçimleri, güneyde Hizbullah ile İsrail arasında sükuneti ve anlaşmayı sağlama, BM'nin 1701 sayılı kararının uygulanması ile ilgili çabalardan kaynaklanıyor. Son zamanlarda ise mültecilerin Suriye'ye geri gönderilmesi ve Lübnan'da onlara yapılan muamele konusundaki tutumları nedeniyle UNHCR ve AB ile anlaşmazlık yaşanıyor.

Batılı ülkelerle olan anlaşmazlığın, bu ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri, Lübnan'a ve Lübnanlılara karşı büyük bir haksızlık yapıldığı gibi haklı gerekçelerinin olduğuna şüphe yok. Ne var ki ideolojik-despot güçler karşısında, liberal-demokratik-çoğulcu kampa bağlı olmakla övünen egemenlik yanlısı güçlerin dostu, hatta müttefiki olarak görülen bu ülkelere karşı düşmanlık akıllıca bir politika mıdır?

Hata, mülteciler meselesine yaklaşımları sebebiyle Batılı ülkelerle anlaşmazlık yaşamak veya onlarla ayrı düşmek değil, bu anlaşmazlığın ortaklar, müttefikler veya arkadaşlar arasında bir mesele olarak ele alınıp yönetilmemesidir. Bunun yerine varılan uzlaşıdan duyulan sevinç bahanesiyle, Suriyelilerin yerinden edilmesinde rol oynayan, savaş sırasında rejimin uygulamalarına destek veren, Batı'yı suçlayan taraf ile özdeşleşmektir. Bu güçler, BM ile AB’ye mülteci sorununa ilişkin açık ve gerçekçi bir vizyon sundular mı, yahut sorunun boyutunu azaltacak önlemler üzerinde anlaşmaya çalıştılar mı? Lübnan’da resmi, güvenilir ve meşru muhatap kim? Muhalefet, mültecilerin verilerinin Lübnan sınırları içinde kalacağını garanti ediyor mu?

Bahsedilen uzlaşı, Hizbullah ve Emel Hareketi ikilisinin gerçekleştirmeye çalıştığı aleni ve gizli hedeflere kaymaktan başka bir şey değildir. Aleni hedefler, Suriye rejimi ile mülteci meselesinin ötesine geçen resmi kanalların açılması, rejimin, mültecilerin geri dönüşünü kendisine yardım yapılmasına, kendisine yönelik yaptırımların kaldırılmasına, rehabilite edilmesine, mülteciler dosyası aracılığıyla üzerindeki ablukayı kaldırması için Avrupa'ya baskı uygulanmasına bağlama politikasının desteklenmesidir. Daha büyük olan gizli hedef ise dikkatlerin güneydeki destek savaşından ve sonuçlarından, Hizbullah'ın silahı, barış ve savaş kararını elinde tutması konusundaki kronik tartışmalardan, cumhurbaşkanı makamındaki boşluktan, hükümetin belirsiz durumundan ve diğer birikmiş sorunlardan başka yöne çekilmesidir.

Gazze savaşının sonuçları ve bölgesel gelişmelerin netleşmesini beklerken, Hizbullah'ın zaman geçirmek için yeni bir krize ihtiyacı var. Nitekim rakiplerini kendi sahasına çekmeyi de başardı, hem de halihazırda mülteci sorununun çözülmesinin zor olduğunu en iyi bilenlerin başında gelmesine rağmen.

Hizbullah’ın tutumu anlaşılabilir. Şaşırtıcı olan muhalefetin, ülkenin en çok desteğe, dayanışma ve kucaklamaya ihtiyaç duyduğu bu zor ve vahim zamanlarda intihar sayılan, Batı ile görüş ayrılıklarını derinleştirme tuzağına düşmesidir. Muhalefet, mülteciler meselesinin önemine rağmen bu mesele ile oyalanmanın ve hatta çözümünde kısmen başarılı olmanın, Hizbullah'ın Lübnan'ın ana ve temel krizlerine yönelik olası çözümlerin önüne koyduğu engellerin, devleti tüm yönleri ile etkileyen boşluğu genişletme konusundaki ısrarının aşılmasındaki başarısızlığı telafi etmeyeceğini anlamalıdır.