Hazım Sağıye
TT

Biz ve Avrupa: Etkilenme ve etki biçimleri

Basında çıkan haberlere ve kamuoyu yoklamalarına inanacak olursak, kara bir Avrupa günü bekleyeceksek o gün tam olarak bugündür. Zira haberlere ve kamuoyu yoklamalarına göre kıtadaki seçimler ister sağda ister solda olsun, merkez partilere karşı aşırı sağa daha büyük bir güç kazandırabilir. Bu, mülteciler ve göçmenler için iyi bir haber değil, çünkü bu partiler onların sığınma ve göçlerine şiddetle karşı çıkıyorlar. Ancak bu, aynı tarafların karşı çıktığı Avrupa projesi açısından da iyi bir haber değil. Dolayısıyla yeni parlamentonun önümüzdeki beş yıl içinde dört etkisi olacak:

- Birinci etkisi, iklim değişikliği konusunda görülecek. Aşırı sağ çevre ajandasını ve mütevazı başarılarını donduracak. Aynı zamanda onu tarım ve çiftçilerin çıkarları ile karşı karşıya getirecek.

- Avrupa'nın “kimliğine” yönelik bir tehdit olarak görülen sığınma ve göç konusunda etkisi görülecek. İslamofobi bu tehdit içerisinde öne çıkıyor.

- Birlik ülkelerinde milliyetçilik dozunun yükseltilmesi amacıyla, kesintiye uğratılmasa bile yavaşlatmaya çalışacağı entegrasyon projeleri üzerinde etkisi olacak.

- Aşırı sağ partilerin çoğunun Ukrayna'ya destek vermeyi reddettiği, Rusya-Ukrayna savaş cephesi de etkilenecek. Bu sağ içinde, Vladimir Putin ile ilişki kurmakla suçlanan partiler var. Putin de çeşitli biçimlerde bu partilere destek sağlamak ile suçlanıyor.

Dolayısıyla yukarıdaki unsurlar, korona salgınından bu yana devam eden ekonomik kötüleşmenin ve Avrupa'nın dünyadaki rolünün gerilemesinin nedenleri olarak anılıyor. Korkuları artıran husus ise aşırı sağın daha önce İtalya, Hollanda ve Macaristan'da seçim zaferleri elde etmiş olması, Fransa, Avusturya ve Belçika'da kamuoyu yoklamalarında birinci sırada olması ve aynı zamanda Finlandiya ve Slovakya'da iki koalisyon hükümeti içinde yer alması.

Ancak sadece iki gün önce kıta, tüm ilerici dünyayla birlikte farklı türde bir olayı kutluyordu; Müttefik ülkelerin ordularından on binlerce askerin Fransız kıyılarına çıktığı ve Alman Nazizm’inin tabutuna son çiviyi çaktığı Normandiya Çıkarması’nın 80’inci yıldönümü.

Bundan sonra Avrupa, yeniden inşası için uygulanan Amerikan “Marshall Projesi”nin olanak tanıdığı 30 yılı aşkın bir ekonomik refaha tanık oldu. Bu dönemde, demokrasi ile sosyalizmi birleştirmenin harika ve benzeri görülmemiş bir modelini sunan “refah devleti” ortaya çıktı. Tarih, herkese kaçınılmazlıklar karşısında kendisini güvende hissetmemesi çağrısı yapar. Çünkü, nasıl ki kötü anları geleceğe giden kapıyı kapatacak anahtarlara sahip değilse, parlak sayfaları da tekrar karanlığa düşüp kötüleşmeyeceğini garanti etmez. İyimser olarak tanımlananların dediği gibi tarihin nasıl ki yukarıya doğru bir çizgisi yoksa, kötümser olarak tanımlananların söylediği gibi aşağıya doğru da bir çizgisi yoktur. Şiirlerin bize anlattığına göre geceyi tamamen bitirecek bir şafak olmadığı gibi, mersiyelerin bizi uyardığı şekilde her şafağa engel olacak bir gece de yoktur. 1930'lu yıllarda faşizmin yükselişi sırasında tüm dünyayı fanatizm, gerilim ve militarizm atmosferi sarmıştı. 1940'larda faşizmin yenilgiye uğratılmasıyla birlikte bağımsızlık hareketlerinin, yeni, daha açık ve liberal fikir ve değerlerin yayılması için kapılar ardına kadar açıldı. Avrupalı ​​olmayan dünyanın, Avrupa halklarının ve dünyanın geri kalan halklarının ilgisini çekecek, küreselleşecek bir süreç başlatmasını beklerken, bu mutsuz gündeki seçimlerin yönelttiği büyük bir soru ve daha da büyük bir endişe beliriyor; Avrupa, sonuçlarına ve zorluklarına artık katlanamadığı bir evrenselliğe doğru ilerlemekte acele ettiğini mi hissediyor? Avrupa dinden ayrılmaya başladığında bu göreve tek başına başladı ve ondan başka kimse dinden ayrılmadı. Dahası onun dışındakiler dine daha sıkı bağlandılar. Milliyetçilikten ayrılmaya başlayınca diğerlerinde milliyetçilik güçlenmeye ve yoğunlaşmaya başladı. Ahlak ve cinsellik konusunda kiliselerin de geri kalmadığı daha liberal fikir ve değerleri benimsemeye başladığında, diğerleri, bazı iyimser insanların yok olmaya mahkûm olduğunu düşündüğü gerici fikirlere giderek daha fazla kapıldılar. Eski sömürgelerde bağımsız devletlerin ortaya çıkışı arttıkça, başarı öyküleri de minimal hale geldi. Bağımsızlığın en belirgin kanıtı, geçmişte kalmış sömürgeciliğe yergi ve var olmayan sömürgeciliği ortadan kaldırma tehdidi olmaya devam etti. Avrupalı ​​olmayan dünyanın gidişatında bir çarpıklık ya da eksiklik belirdiğinde ise entelektüeller hemen modernite ve aydınlanmayı bunun nedeni olmakla suçluyorlar

Bugün haklı olan korku, Avrupa'nın, çoğu zaman göz ardı etme eğiliminde olduğumuz bir değerlendirmeye dayanan, evrensel değerlerden bıkma hastalığı tarafından yok edileceği gerçeğinden kaynaklanıyor.

Aramızda hâkim olan fikre göre Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri bizi etkileyen ama etkilenmeyen, bizi değiştiren ama değişmeyen iki varlıktır. Bu anlatıya göre bunun nedeni, etki ve değişimin, ezilen ve zulme uğrayan halklar olarak bizlere karşı efsanevi ve komplocu boyutlara ulaşmasıdır. Avrupa ve ABD’nin bölgelerimizde olup bitenlerden etkilenmeleri ve değişmeleri ihtimali ise yok veya yok gibi bir şeydir.

Bu doğru değil ve oynadığımız zıt role güvenmek için sağlam bir temel sağlamıyor. Oysa oynadığımız rol hem bizim hem de Avrupa'nın çıkarlarına hizmet ediyor ve bu evrende aktif olduğumuzu vurguluyor.