Hazım Sağıye
TT

Avrupa seçimlerinden sonra mülteciler ve göçmenler

Avrupa seçimlerinin sonuçları, Avrupa toplumlarındaki geniş akımlarla Gazze ile küresel dayanışma hareketini ilişkilendirmenin zorluklarını bir kez daha ortaya koydu. Eğer Donald Trump birkaç ay sonra ABD başkanlığına gelirse, onun gelişi bu zorlukları daha da artıracak. Son zamanlarda İsrail'e karşı umut verici ve yeni bir tutumu belirtmek için sıklıkla kullanılan "gençlik" ifadesi bile, şimdi aynı ifadenin başka bir kullanımıyla, yani aşırı sağcı partilerin artan genç oyları ile rekabet ediyor.

Gerçek şu ki, ABD ve kısmen Avrupa üniversitelerinde olup bitenleri, 1960'larda ABD ve Avrupa üniversitelerinde olup bitenlere benzetenler, gözlemci olmayanın işaret ettiği farklılıkları gözden kaçırıyorlar. ABD'nin altmışlı yılları, Amerikalıların hayatlarına mal olan Vietnam Savaşı'na ve aynı zamanda Amerikan ordusunda ve bu savaşta gönüllü olarak savaşmanın dayatılmasına itiraz ile ilgiliydi. Ancak bunun da ötesinde, hızla kültür, ahlak, eğitim, cinsellik, çevre, müzik, giyim konularında pozisyonlar geliştirdi; bu da "altmışlı yıllar" ifadesine bir zaman işareti olarak ötesine geçen hâkim anlamını kazandırdı. Avrupa'da ise öğrenci hareketi partileri, sendikaları, bürokrasiyi ve tüm siyasi eylemi kapsayan gevşek yapıları hedef aldı. Gençler, Gaullist milliyetçilikten komünist ekonomiye, kendilerine göre son kullanma tarihi bitmiş fikirler ve ideolojiler sistemini hedef almışlardı.

Başka bir deyişle, ABD ve Avrupa'nın altmışlı yılları oldukça içseldi, ne var ki bu içsellik öğrencilerin Gazze ile dayanışma hareketi açısından hiç de geçerli değil. Bu nedenle, son dönemde önde gelen Batılı aydınlar arasında, bunların en sonuncusu Fransız araştırmacı Olivier Roy olabilir, son dönemdeki hareketin politik olduğunu inkâr etmekle kalmayıp, dahası kendisini politiğin yerini alan ahlaki bir tutumun ifadesi olarak sınıflandırma yoluna giden sesleri daha fazla duymaya başladık.

Ancak dayanışma hareketini din ve antisemitizmle ilişkilendirme konusunda İsrail lehine olan bu abartı haklı olarak reddedilse de Batılı çoğunluktan dini ve etnik açıdan farklı olan göçmen grupların hareket içinde işgal ettiği önemli konum nedeniyle, hareketin dışsallığı dikkate değer olmaya devam ediyor. Aşırı sol gruplar ile bağlantıları yoluyla bir içsel tarafa dönüşmeleri yanılsamasına gelince, bunun dışsallığa yan etkisi olmasa bile, onu yalnızca katlayacaktır. Bu, aşırı sağı kuvvetlendirmek için aşırı sola güvenmeye katkıda bulunmasının yanı sıra, artık Batılı ülkelerde geniş siyasi ve entelektüel yapıda kendisine yer kalmayan bir “üçüncü dünyalık” gibi görünen eğilimin sonucu gibi görünüyor. Avrupa'yı “kuşatıldığı” ve nüfusunun “değiştiği” ile korkutmaktan vazgeçmeyen ırkçılara ve aşırı sağcılara gelince, böyle bir iddiada, muhaliflerini bu iddia edilen kuşatmayı kullanmakla suçladıkları bir başka silah buluyorlar. Gazze ile dayanışma hareketlerinin dünyayı dönüştürme ve değiştirmenin başlangıcı olduğunu düşünen coşkulu sesler ortaya çıkışı, daha çok Avrupa ve ABD'yi duvarlarının dışından izleyen dışsallığı doğrulayan bir tanıklık gibi görünüyor. Peki, toplumların ve grupların gerçek kaygılarıyla ölçüldüğünde, tüm siyasi faaliyetlerin üzerine inşa edildiği konu dışsal iken müttefikin marjinal olmasına ne denilebilir?

Hiç şüphe yok ki neoliberal ekonomi, devletin rolünü azaltarak ve partiler, sendikalar gibi toplumsal bütünleşme araçlarını terk ederek, her şeyi daha da kötü hale getirme rolünü oynadı. Ancak en az onun kadar etkili başka faktörlerle de karşı karşıyayız.

Çünkü Batılı ülkelerin yaşadığı şey, kültürel ve dinsel açıdan çoğulcu toplumlar inşa etme deneyimi ve bununla birlikte bu projenin yansımaları ve başarısızlıklarıdır. Burada ilgili tarafların kesişim noktalarını aramak gerekir. Geçmişte dinin ve milliyetçiliğin gerilediği bir toplum, din ve milliyetçilik konusunda radikal olan yeni gelenlere uyum sağlamakta giderek daha fazla zorluk çekecektir. Dolayısıyla, orta yolda buluşmak, çoğulculuğu düzeltmek ve başarı şansını artırmak için bir fırsat olacak, aynı zamanda entegrasyonu kolaylaştırarak ötekine ve yaşam tarzına bir meydan okuma gibi görünmemesini sağlayacaktır. Evrensel bağ belirlenmiş bir veri değil, yapıcılığa ve geleceğe sunulan, başarılı ya da başarısız olabilecek bir görevdir. Bu durum, Batılıların evrenselliğini kanıtlaması gereken tek taraf olduğu temelinde hareket etmenin dışlanmasını zorunlu kılıyor.

Elitlere gelince, bu durum göçmen ve mülteci kitlelerin farkındalığına yatırım yapılması ihtiyacını dayatıyor. Bu yatırım ise onları seçim süreçlerine daha fazla katılmaya teşvik etmekle başlayıp, aralarında aydın ve modern fikir ve uygulamaları teşvik etmekle devam etmeli. Buna bir de sömürgeci geçmiş ile sömürgecilikten kurtulmayı şişirmeyi durdurma, mültecilerin ve göçmenlerin çıkarlarına ve onların entegrasyonuna daha yüksek düzeyde ilgi gösterme eşlik etmeli. Ne var ki mevcut durumda, geliştirilen “stratejilerin” birçoğu, bu çıkarları dikkate almıyor.

Merkezin, sağı ve soluyla seçimlerde kıtasal ölçekte birinci ve ikinci sırayı koruma başarısının güven verici bir faktör olduğu doğru. Aynı şekilde aşırı sağ partilerin sözlü de olsa demokratik sürece ve iktidar değişimi ilkesine bağlılıklarını açıklamaları da güven verici bir faktör. Ancak geniş geleceği tahmin etmek, özellikle de ekonomik ve ekonomik olmayan koşullar kötüleşmeye devam ederse, endişelenmeyi, uyanık olmayı ve bu tehlikeli eğilimi durdurmak için yapılabilecek her şeyi yapmayı gerektiriyor.