Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Avrupa'nın dalgalanmaları… Tarih tekerrür mü ?

Avrupa tarihi konusunda uzman değilim. Ama Avrupa'ya, uygarlığına, küreselliğine ve olaylarına karşı özel bir ilgim var. Çünkü Almanya'da okudum. Doğu ile Batı ve Araplar ile Avrupa arasındaki ilişkiler üzerine çok çalıştım. Fransa'daki parçalanmış sol partilerin Macron gibi Avrupa seçimlerinde kaybettikten sonra Halk Cephesi adı altında bir ittifak kurduklarını okuduğumda neden karamsarlığa kapıldığımı bilmiyorum. Fransız solu, Alman meydan okuması karşısında bir araya gelerek 1936'da Halk Cephesi hükümeti adını verdiği bir hükümet kurmayı başardı. O dönemde Sovyetler Birliği ve onun verdiği bayraklar altında yaygın olan solcu isimleri de böyleydi. Umulanın ve arzu edilenin aksine, sol hükümet o kısa dönemde güçlü bir ordu hazırlayamadı. Ancak İngiltere ile iyi ilişkiler sürdürmeyi başardı. Almanya, Çekoslovakya ve ardından Polonya'ya askeri müdahalede bulunarak işgal etti. İngiltere ve Fransa da bu olaydan sonra Almanya'ya savaş ilan etti. Halk Cephesi'ne rağmen Almanlar, İkinci Dünya Savaşı'nda Fransız ordusunu bir yıldan kısa bir süre içinde boyunduruk altına almayı başardı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Mareşal Petain liderliğindeki Fransız ordusu üç yıl boyunca (1914-1917) direndi. 1942'de Almanlar, Fransa'da işgal etmedikleri kısımda bir Vichy hükümeti kurulması için Mareşal Petain ile anlaştı. Bu durum; Almanlara direnmek, büyük Fransa ruhunu kurtarmak, bir hükümet ya da yönetim kurmak üzere sürgündeyken Londra'ya giden De Gaulle’nin çabalarını engelledi. De Gaulle, bu çabasında ilk önce Mareşal'e tabi olan Fransız sömürgelerinden başlayarak şansını denedi. Fransa genelinde Almanlara karşı bir direniş hareketinin ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu direniş hareketindeki savaşçıların çoğu komünistler ve onların arkadaşlarıydı. Bu hareket işgale karşı direniş hareketi olarak tanındı.

Tüm bunlardan neden bahsediyoruz? Çünkü pek çok analist, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde aşırı sağcı güçler lehine gerçekleşen son darbelerin, 1930'larda sağcı güçlerin Almanya (1933) da dahil olmak üzere parlamentoları kontrol ettiği ve kısa süre sonra seçimleri iptal eden, Reichstag'ı yakan, komünistleri suçlayan ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki (1914-1918) yenilginin ardından Almanya'nın aşağılanmasının intikamını almak için İkinci Dünya Savaşı’na hazırlanmaya başlayan Hitler'i iktidara getiren olaylara benzediğini düşünüyor!

İşin komik tarafı, son on yılda İspanya hariç Avrupa şehirlerinin sokaklarında yükselen sağcı güçlerin, 2013-2014 yıllarında 1940'ların direniş savaşçısı Stefan Tesler'i alarma geçirmesi, acil sol birlik çağrısı yapması ve 1942'de Fransızların çoğunluğunun azınlık olan direniş güçleriyle değil Vichy hükümetiyle birlikte olduğunu hatırlatmasıdır! Belçika Başbakanı’nın istifası ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un iki ay sonra erken seçim çağrısı yapması (Macron'un dost ve düşmanlarının riskli bir kumar olarak gördüğü bu hareket) bir panik işaretidir.

Seçimlerde oyların yüzde 30'unu alan radikal sağcı güçler demokrasinin, seçimlerin ve AB'nin düşmanıdır. En güçlü partileri AP'nin iki kutbu olan Fransa (Le Pen) ve Almanya'dadır (Almanya için Alternatif). Bu neden oldu ve yakın gelecek için beklentiler neler? Protestolardaki gençlerin partizan olmadığı ve oy vermeye gitmediği, yaşlıların da gitmediği söylendi. Yıllardır yavaş yavaş ilerleyen partizanlar görünüşte izolasyonist, ulusal kimlikler yerine göç korkusuna dayanıyor, hayali bir kimlik geçmişi ve figürleriyle övünüyor, merkez partilerin ve hükümetlerin ‘zayıflığına’ öfkeleniyor ve Putin fenomenine hayranlık duyuyor. Ancak söylendiği gibi onlar izolasyonist, yayılmacı değil.

Avrupa sağı Putin'e hayranlık duyuyorsa, ABD'deki Trump fenomeniyle ilişkisi nedir? Henüz hiçbir şey net değil. Ancak Trump, gerçek bir geleneği ve geniş kapsamlı hedefleri olmayan genç gruplar olan Avrupa sağ partilerinin aksine, köklü bir parti olan Cumhuriyetçi Parti'ye kendini dayattı! İskandinav ülkelerinde, Macaristan'da, Avusturya'da ve İtalya'da kazanıp hükümetler kurdular. Ancak henüz ne Avrupa Birliği'nde (AB) ne de AB dış politikasında radikal değişiklikler yapmadılar! NATO'ya karşı kayıtsızlar ama düşman değiller.

Görünüşe göre antisemitizmle suçlanmamak için temkinli davranıyorlar ve bazıları İsrail’e şefkat gösteriyor. Ancak asıl endişeleri içsel ve Gazze için üniversitelerde gösteri yapan öğrencilerin onlarla hiçbir ilgisi yok.

Tarih tekerrür mü ediyor? Karl Marx'a göre, trajedi ya da trajediye doğru bir eğilimle bu mümkündür!