Sam Mensa
TT

Netanyahu Kongre'nin karşısına başarısız olarak çıkacak

İsrail'in Gazze savaşının üçüncü aşamasının daha az yoğun ve daha çok Hamas'a odaklı olacağı yönündeki propagandasına rağmen -ki bu Washington'da Savunma Bakanı Yoav Galant tarafından da vurgulandı- öldürmeyi sürdürmekten başka amacı olmayan savaşın gidişatında bir değişiklik oluşturacak gibi görünmüyor. Binyamin Netanyahu, Hamas'ı ortadan kaldırmak olarak açıkladığı hedefine ulaşamadı. Şu ana kadarki sonuç, yaklaşık 40 bin kişinin öldüğü ve Gazze Şeridi'ndeki binaların yarısından fazlasının tamamen veya kısmen yıkıldığı, İsrail'in kendisi ve müttefikleri, özellikle de ana müttefiki Washington için feci sonuçlar doğuran açık bir ölüm savaşı oldu. Dokuz aydır devam eden ufuksuz bir savaş boyunca Netanyahu'nun olağan manevraları, ABD Başkanı Joe Biden'ın girişimi de dahil olmak üzere tüm müzakereleri, ateşkes girişimlerini ve çözüm girişimlerini boşa çıkardı.

Netanyahu ABD ziyaretini gerçekleştirip 24 Temmuz'da ABD Kongresi önünde konuşursa ne diyecek? Netanyahu’nun İsrail'e destek konusunda gösterdiği benzeri görülmemiş çaba ve dayanışmayı, İsrail için sürdürülebilir bir güvenlik amacıyla çabalayan, Filistinlilere bazı haklar sunarak Ortadoğu'da kalıcı barışı tesis etmeye çalışan tüm Amerikan girişimlerini kibirle ve büyüklenerek görmezden gelerek Kongre’de yapacağı konuşma, Biden ve yönetimine karşı bir meydan okuma oluşturacak.

Dokuz aydır süren ve liderleri hâlâ savaş meydanında olduğu için Hamas'ın askeri örgütlenmesini ortadan kaldıramayan bu savaşın sonucunda, Netanyahu, Amerikalı müttefikleriyle kendi evlerinde, Amerikan Başkanı ve halkının gözü önünde nasıl yüzleşebilir? Hamas’ın savaşa devam etmesi, Netanyahu’nun umduklarının ve umutsuzca başarmak istediklerinin tam aksi bir sonuca yol açtı ve birden fazla düzeyde önemli değişiklikler yarattı.

Birinci değişiklik, Filistin meselesinin yeniden ön plana çıkması ve İsrail'in konuyu ötekileştirme veya tamamen ortadan kaldırma çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasıdır. Batı Şeria'da İsrail yerleşiminin artması nedeniyle önemini yitirmesinden sonra, iki devletli çözümün yeniden canlanması ve İsrail ile müttefik olanlar da dahil olmak üzere, dünya ülkelerinin çoğunluğunun bunu talep etmesiyle birlikte, er ya da geç bir Filistin devletinin kurulması kaçınılmaz hale geldi.

İkincisi, Netanyahu ve tüm İsrail güvenlik sisteminin benimsediği Hamas'ın Gazze'den geniş çaplı bir saldırı düzenleyemeyeceği fikrinin çökmesidir. Bu fikrin, aşırı ideolojik örgütlerin düşünce tarzına ve hedeflerine ilişkin yanlış hesaptan ve zavallı bir bilgisizlikten ibaret olduğu kanıtlandı. İsrail'in Hamas’ı anlamadığı, Hamas’ın ise İsrail'i anladığı ortaya çıktı. Bu durum, İsrail’in Lübnan Hizbullahına yönelik tutumu ve İsrail'in kuzey sınırındaki varlığına yönelik yaklaşımı için de geçerli.

Üçüncüsü, İsrail'in Şam'daki İran konsolosluğunu bombalaması ve buna her iki tarafın verdiği karşılıklı yanıtlar sonrasında İsrail ile İran arasındaki çatışma, müttefikler ve İran’ın kolları aracılığıyla yapılan vekil savaşlardan doğrudan çatışmaya dönüştü. Bu durum iki ülke arasındaki gerilimi yeni bir boyuta taşıdı, İsrail'in müttefiklerini savaşa dahil etti, kapsamlı bir çatışma ve yaygın savaş riskini artırdı.

Dördüncüsü, Netanyahu ve hükümeti, İran'ın bölgedeki hedeflerinin ve bunlara karşı koymak için bir Arap-Batı siyasi ve askeri ittifakı kurma çabalarının tamamen farkında olmasına rağmen, çatışmanın bölgesel boyutunu görmezden geldi. Filistinlilere en büyük zararı vermeye odaklandı, hatta onları Gazze'den söküp atmaya çalıştı. Netanyahu, Arapların bir Filistin devletinin kurulması karşılığında kendisi ile normalleşmeye hazır olmalarını takiben, ABD'nin Arap-İsrail ilişkilerinin normalleştirilmesi ve güçlendirilmesi çabalarını genişletme ya da en azından bu yönde önemli ilerlemeler kaydetme arzusunu soğukkanlılıkla baltaladı. Oysa bu, normalleşme ve İsrail'in bölge için yeni bir güvenlik yapısına entegrasyonunu pekiştirme sürecini engellemeye çalışan İran liderliğindeki direniş eksenine darbe indirebilirdi. İran'ın nisan ayında kendisine yönelik başlattığı ve diğer ülkelerin de normalleşme kervanına katılmasına kapıyı aralayan füze saldırısında, bu normalleşmeyi engelleme çabası açıkça görülmüştü.

Beşincisi, İsrail'in Gazze savaşındaki performansından dolayı Batılı resmi makamların ve halkların İsrail'e duyduğu hoşnutsuzluk artık bir sır değil. Batılı müttefik ülkelerin çoğu artık Netanyahu hükümetinin tutumlarını açıkça kınıyor, başkentleri ve şehirleri ona karşı büyük çaplı gösteri ve oturma eylemi dalgasına sahne oluyor. İsrail bölgede bir zamanlar övündüğü demokratik itibarını kaybetti ve yakın zamanda bunu yeniden kazanamayacak. Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve BM’nin tümü tarafından kınandı. Güvenlik Konseyi bile ateşkes ve savaşın sona ermesi çağrısında bulunan bir karar aldı. Ayrıca Arap sokağında gerilimin artmasıyla birlikte bölgedeki Amerikalı diplomatlar, Arap sokağı, ABD'nin İsrail saldırganlığına verdiği desteği olası savaş suçları olarak gördüklerinin maddi ve manevi sorumlusu saydığından, "bu desteğin, Washington’un bir Arap kuşağını kaybetmesine neden olacağı" uyarısında bulundu.

Gazze savaşının sonucu, Amerikan-İsrail ilişkilerine onarılması zor hasarlar verdi ve bazılarının düşüncesine göre bunlar Netanyahu ile Biden arasındaki kişisel anlaşmazlığın ötesine geçiyor. Netanyahu'nun politikası, Washington'un bölgedeki çıkarlarını ve bölgedeki rolünü yeniden kazanma çabalarını sabote etti. Onu ummadığı şeylerle meşgul etti ve bölgede artık korumak, savunmak zorunda olduğu güçlü ve güvenilir bir müttefiki kaybetmesine neden oldu. İsrail, kendine zarar vermeye ve yeni bir bölgesel ittifak formüle etmek yerine güvenlik çözümüne bağlı kalmaya, güvenliğinin ancak kapsamlı ve adil bir barışla sağlanacağına inanmamaya devam ettiği sürece, Tel Aviv ile Washington arasındaki ilişkiler sorunlu olmayı sürdürecek.