2003 yılında İngiliz yazar ve gazeteci Alan George, başarılı başlığı olan bir kitap yayınladı: “Suriye: Ekmek Yok, Özgürlük Yok.” Halkına özgürlüksüz ekmek ya da ekmeksiz özgürlük sağlayan rejimler varken, George'un kitabında ele aldığı rejim halkından her ikisini de esirgiyor. Bu tür rejimlere çoğu zaman ısrarlı bir şekilde aklı felç etme ve onun çalışmasını, karşılaştırma ve çıkarım yapmasını engelleme çabası eşlik eder. Örneğin Saddam Hüseyin, Iraklıları ve dünyayı bir zaferden diğerine ilerlediğine ikna etme konusunda uzmandı. Muammer Kaddafi, Libya'nın hükümdarı değil, "kitlelerin" hükümdarı olduğunu kanıtlama konusunda yaratıcıydı.
Daha sonra Esed, Saddam ve Kaddafi rejimlerine isyan edenler, emperyalizm olmasa bizi akıl ve özgürlük tahtına taşıyacak ilerici bir sürecin muhalifleri olarak gösterildiler.
Bugünse Nicolas Maduro, bu tür rejimlere kayda değer katkısını sunuyor. O da Hugo Chavez'in siyasi varisi olarak 2013'ten bu yana Venezuela'yı yöneten kendisini halkın üçüncü başkanlık dönemi için seçtiğidir. Onun zaferinden şüphe edenler ve onu seçimlere hile karıştırmakla suçlayanlar ise emperyalizm tarafından yönlendiriliyor ve aldatılıyor. Çünkü Maduro'nun sicili başarılarla dolu; 30 milyon Venezuelalının neredeyse 8 milyonunu bir parça ekmek ve iş fırsatı bulmak için ülkeyi terk etmeye sürüklemek. Kaçanlar, Maduro'nun yeniden seçilmesi durumunda kaçmaya hazır olduklarını beyan eden milyonlarca kişiyi arkalarında bıraktılar.
Rejim, seçimlerde hile yapıldığını reddederken ve emperyalizmi seçimlerin hileli olduğunu uydurmakla suçlarken söylemek istediği tam olarak şudur; kitleler kendilerini aç bırakacak ve göç etmeye itecek bir yöneticiye ve rejime susamış durumdadır. Bu, İran rejiminin cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ın ikinci dönemini garanti altına almak için 2009 seçimlerine hile karıştırarak yaydığı söylemden pek de uzak değil. Bu söyleme göre emperyalizm içeri sızdı ve "yeşil devrim" olarak adlandırılan bir yalan yaratarak komplo kurdu.
Tabii ki, Kuzey Kore rejimi, kitleleri, kendilerini aç bıraktıktan, ifade ve diğer tüm özgürlüklerden mahrum bıraktıktan sonra, bir de dış dünyayla iletişim ve etkileşim kurmalarını engelleyenleri benzersiz bir coşkuyla destekleyen mazoşist bir blok olarak tanımlamada en etkili rejim olmaya devam ediyor.
Hiç şüphe yok ki örnekler çok, ancak şüphe edilmesi zor bir gerçek üzerinde birleşiyorlar, o da bu rejimlerin kesinlikle en kötü rejimler olduğudur. Bu durumda onlar, siyasi akımların ve ideolojik programların ötesine geçerek, önce halkların akıllarının felce uğradığını sonra dünyanın onlara inanacağını, yani dünyanın da aklının felç olduğunu sanıyorlar. Bu rejimlerin yaydığı fotoğrafa göre “kitleler” sadece kendilerine zulmedenleri sevmiyor, ona duydukları sevginin ötesinde, Husilerin yöntemiyle yüz binler halinde ona biat etmek ve bağlılık yemini etmek için sokaklara dökülüyorlar. Dünyanın şerefli insanlarından bu imajı benimseyip yayması beklenirken, bundan şüphe duyan herkes emperyalist makinesindeki bir vidadan ibarettir.
Gerçek şu ki, anti-emperyalizm olarak bilinen şeyin ilk ve en önemli işlevi buydu ve hâlâ da öyle; asalet, saflık ve çaresizlere yardım hislerini buluşturan üniversite öğrencilerinin taleplerinin başarısı sınırlı kaldı. Batı ile temastan önceki geçmişimizi kucaklamaya bizi çağıran “düşünürlerin” çağrıları da öyle. Aldatmacalarıyla harmanlanan milyonların ezilmesi ise anti-emperyalizmin ifade edilmesinde en büyük ve en etkili olgu olmayı sürdürüyor.
Geçmişte büyük filozoflar bizden, başka etkileri ve kutsallıkları kabullenmek yerine, aklımızla düşünmeye cesaret etmemizi isterken, filozofların bazıları da bizden deneyimlerimize ve duygularımıza göre düşünmemizi istemiştir. Yukarıda bahsettiğimiz teori ise bizi bu iki felsefi talebi göz ardı etmeye ve aklın tek pusulası ve geleceğin kapılarını açan anahtar olarak yalnızca anti-emperyalizmi temel kabul etmeye çağırıyor.
İsrail'e karşı mevcut kör taraflılığından dolayı, emperyalizmle suçlanan birinci ülke olan ABD'ye Arapların kızma hakkı olduğu doğru. Ancak öfke, öfkeli insanı mantıktan vazgeçmeye sevk etmemeli ki bu vazgeçmenin işaretleri Gazze Savaşı'ndan onlarca yıl önce toplanmaya başladı.
Ancak bu teorinin ve rejimlerinin bir konuda haklı olduğunu kabul etmek gerekir ki, o da günümüzde mitlerin, bahsi geçen teorinin ve rejimlerinin kurbanları da dahil olmak üzere pek çok insanın zihnini ele geçirdiğidir.
Anti-emperyalizm ile modernite, demokrasi ve insan hakları değerlerini birleştirmek isteyen iyi niyetli kişilerin de var olduğuna şüphe yok. Ancak bu geçmişte hiç başarılı olmadı ve büyük olasılıkla birçok nedenden dolayı bundan sonra da olmayacak. Zira korkarız ki, zalimler ve akılları felce uğramışlar ile dolup taşan bir mekanda bu tür insanlara yer kalmayacak.
Talihsiz 7 Ekim operasyonundan bu yana, İsrail Gazze'deki soykırım savaşını sürdürürken ve Güney Lübnan'ı yakmaya devam ederken, bu kapsamlı aklı felç etme, önemli bir grubun her gün İbrani devletinin "örümcek ağından daha zayıf" olduğuna, çıkmazda olduğuna ve çöküşünü beklediğine dair efsanelerle doldurulan zihinlerini ele geçirdi ve biz de onlarla birlikte onun çökmesini bekliyoruz. Aynı zamanda tünellerin altından gelip Filistin'i özgürleştirecek bir zaferi beklerken, ekim operasyonu Filistin davasını yeniden “masaya” getirmeyi başarıyor.