Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Hem Filistin hem de İsrail'de reform?!

Bu yazının yayınlandığı tarihte Ortadoğu'da durumun nasıl olacağını bilmiyorum. Ama bu yazıyı yazdığım sırada bildiklerim, Gazze'deki savaşın kızıştığı, Lübnan-İsrail cephesinin alev aldığı ve Batı Şeria’dan Suriye ve Irak'a diğer tüm cephelerde genel bir kaygının olduğudur. Ancak, Hamas Siyasi Büro başkanı İsmail Heniyye'nin, yeni cumhurbaşkanının göreve başlama törenine katıldıktan sonra Tahran'ın kalbinde öldürülmesine, Hizbullah örgütünün askeri komutanı Fuad Şükür'ün Beyrut'un güney banliyösünde suikasta uğramasına yanıt olarak İran ve bölgedeki takipçilerinin saldırısıyla bölgesel bir savaşın çıkıp çıkmayacağı, küresel, bölgesel ve yerel olarak ilgili her ülkede en büyük korkuya dönüştü. Burada ölçüt, başka bir İran askeri liderinin Şam'daki İran konsolosluğu binasında öldürülmesinin ardından yaşananlar. O zaman İran intikam almaya kararlıydı ve ABD, İsrail'de herhangi bir can kaybına, yaralanmaya veya bir binanın yıkılmasına yol açmayan büyük bir saldırı düzenlemesine izin vererek, İran yönetiminin düştüğü utancı hafifletmeye çalıştı. İsrail’in de tek bir kan damlasının bile akmadığı bir karşı saldırı düzenlemesini sağlayarak, savaş başlatacak bir karşılık vermemesini garanti altına aldı. Bunun ardından İran çatışmanın bu noktada sona erdiğini açıkladı. Bahsettiğimiz ölçüt de bu noktada sona erdi. Zira daha önce denenmiş bir şeyi tekrarlamanın hiçbir faydası yok ve hiçbir yarar sağlamaz. Şimdi bilinen ve çıkarabileceğimiz sonuç, İsrail'in suikastları, İran'ı ve ona bağlı unsurları geniş çaplı bir intikam eylemi için kışkırtmak ve böylece daha önce Suriye ve Irak'ta yaptığı gibi, İran’ın nükleer silahını yok etme fırsatını yakalamak için düzenlediğidir. Ancak çok önemli bir seçim anı yaşayan ABD, İran'ın İsrail'e saldırması ihtimaline karşı açık bir tehdit gibi görünen ve müttefikleri İngiltere, Almanya, Fransa ile İtalya tarafından desteklenen devasa bir askeri yığınak ve ateş gücüyle bu krize yaklaşmaya karar verdi. Bu tehdide paralel olarak, ateşkes müzakerelerinin yeniden başlatılması, İran'ı çatışmayı bu noktada durdurmaya ikna etmeye yeterli bir ateşkes anlaşması ile mahkumların ve rehinelerin değişimi için “arabulucular” Mısır ve Katar'ı desteklemek amacıyla büyük bir diplomatik saldırı da başlatıldı.

Bundan sonra ne olur bilinmez ama Filistin-İsrail krizinin yıkım ve katliamlardan, tüm bölgenin uçurumun eşiğine gelmesinden sonra neyle sonuçlanacağını düşünmek, bölge ülkeleri ve halklarının güvenliği açısından zorunlu hale geldi. Bu düşüncede ortak husus, bir önceki makalede Filistinlilerin, İsraillilerin, Arapların ve Amerikalıların hakkındaki mevcut tasavvurlarını tartıştığımız “ertesi gün” olarak adlandırılan şeyi tartışmaktır. Ancak bir kez daha düşünmek, mevcut krizden sonra savaş ne şekilde sona erecek olursa olsun, sorunun kökünden kaçışın mümkün olmadığını ortaya koyuyor. Sorunun kökü ise Filistinli ve İsrailli tarafların, her ikisinin de siyasi yapı içinde, siyaset ve silahlar arasındaki ilişkiden ya da siyasi otorite ve silahlı güç kullanımının meşruluğu üzerindeki tekelinden kaynaklanan bir krizden muzdarip olduklarıdır. Filistinliler açısından bu konu daha önce de tartışılmıştı, zira silah taşıyan ve kullanan, bir meşruiyete dayanmadan savaş ve barış kararları alan 14 Filistinli örgüt bulunuyor. Ama şimdi aynı zayıflık, aynı şeyin yaşandığı İsrail'de de mevcut. Ilan Baron ve Ilai Saltzman'ın 12 Ağustos 2024'te Foreign Affairs dergisinde yayınlanan “İsrail'in Sonu: Gazze'de Savaş Sonrasını Bekleyen Karanlık Gelecek” başlıklı makalelerinde bu çok açık bir şekilde ifade ediliyor. Makale, İsrail'in liberal olmayan, şiddet içeren ve yıkıcı bir yolda ilerlediği tespitinde bulunuyor. Elbette Yahudiler açısından üzerine kurulduğu fikirlerde bir değişiklik olmadığı sürece devletin karanlık bir kaderle karşı karşıya kalacağını belirtiyor. Yazarlara göre devlet, yalnızca Filistinlilerle değil aynı zamanda vatandaşlarıyla ilişkilerinde de giderek otoriterlik yolunu seçiyor, dünyadaki dostlarını kaybediyor ve bunun sonucunda yalnızlaşacak ve kaçak gibi olacak. İçeride ise parçalanmış ve bölünebilir hale gelecek.

İsrail’i iç savaşa sürükleyen düğüm “Siyonizmin sonu” ile başlıyor, çünkü Siyonizm, bir İsrail ulus-devleti anlamına geliyor. Ama şimdi bu devletin yerini ister Arap, ister Yahudi, ister yabancı olsun, vatandaşlarına karşı fanatizme ve aşırıcılığa dayalı bir Yahudi dini devleti alıyor. İsrail seçim sistemi, dini grupların Knesset'e ve oradan da kendi değerlerini empoze eden ve onları zorunlu askerlikten muaf tutan 11 sağcı İsrail hükümetine sızmalarına olanak tanıdı. En tehlikelisi de bu grupların artık silahı kontrol etmesi, Batı Şeria ve Kudüs'teki kadın erkek yerleşimcilere dağıtması, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde silah kullanımında karar sahibi olması. Dahası hükümet içindeki bu teokratik otorite, askeri gücünü artık İsrail ordusuna karşı bile kullanmaya başladı. Kısacası İsrail, bir devlet için en önemli şartlardan birinden, devletin silah kullanımı üzerindeki meşru tekelinden mahrum kaldı. Bahsettiğimiz makalenin yazarlarının görüşüne göre çözüm, büyük olasılıkla dini partilerin silahlı itirazına maruz kalacak derin anayasal reformlardır.