Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Dünyayı yöneten görünmez el

Modern propaganda sistemlerinin insanların düşünce ve eğilimleri üzerindeki muazzam etkisi hakkında ne söylenirse söylensin, insanı, bu sistemlerin yönlendirdiği bir yarı makineye dönüştüremeyecektir. Aksine, bu fikrin mutlak kabulünün bilgeliğe ve insanlığın tarihsel deneyimine aykırı olduğunu iddia ediyorum. Hepimiz, sürekli ilerlemenin insanlık tarihinin değişmez bir özelliği olduğunu biliyoruz. Bugün insanın ürettiği bilgi ve maddi ürünler, bizim durumumuzla, örneğin, insanlığın bin yıl önceki durumu arasındaki büyük farkın açık bir kanıtı. Günümüz insanı, atalarımızın onlarca yılda ürettiğinden daha fazla bilimi bir yılda üretiyor. Atalarımızın soyut hayal dünyasında bile düşünemediği kadar gıda, enerji kaynakları ve yaşam araçları üretiyor.

Peki, gelin benimle birlikte ilerlemenin anlamını düşünün. Onun özü, hâkim fikirlere, olağan kanaatlere, alışılagelmiş normlara karşı isyan değil midir?

Nicolaus Copernicus'un, Dünya'nın evrenin merkezi olduğu ve Güneş'in onun etrafında döndüğü şeklindeki miras alınmış kurala isyan etmediğini hayal edin; fizik ve astronomi, bugün iletişim, havacılık, iklim ve hava tahminleri, tarımsal üretimin geliştirilmesi vb. alanlarda sonuçlarını yaşadığımız o büyük sıçramayı gerçekleştirebilir miydi? O günlerde Kilise, antik Yunan gökbilimci Batlamyus’un Dünya'nın evrenin merkezi olduğunu belirten teorisini benimsiyordu. Bu nedenle, Copernicus bu teoriye karşı geldiği için tecrit ve aforoz edilme ile karşı karşıya kaldı ve hayatının son aylarına kadar yeni teorisini içeren kitabını yayınlama konusunda oldukça tereddüt etti.

Yine Alan Turing'in, 1938'de geliştirdiği akıllı hesap makinesi modeline, ilk başarısızlıklarına ve meslektaşları ile işverenlerinin alaylarına rağmen sıkı sıkı tutunmadığını düşünün. Bu çağda dünyada yaşamın dinamosu haline gelen bilgisayarlarımız ve internetimiz olacak mıydı? Bu, şu ve aslında tüm insanlık tarihi, insanın asli doğasının, hâkim olana ve bilinene isyan etmek, ona boyun eğmemek olduğunun kanıtıdır.

Bunu, sizin gibi, önümdeki gerçek hayata baktığımda ve insanların çoğunluğunun, perde arkasından sahneyi yöneten “görünmez eller”in yönlendirmelerinden az ya da çok etkilendiklerini görmeme rağmen söylüyorum.

Peki, propagandanın ve sosyal çevrenin insan düşünce ve davranışları üzerindeki etkisine ilişkin bilimsel olarak kanıtlanmış sonuç ile bu ifadeyi mutlak bir şekilde kabul etmeyi reddetmemiz arasında nasıl denge kuracağız?

Paradoksu açıklığa kavuşturmak için modern felsefenin öncüsü Immanuel Kant'ın, nesnelerin gerçekliği ile zihindeki imgesi arasında bulunan fark hakkındaki görüşüne başvuralım.

Antik filozoflar, nesnelerin zihindeki görüntüsünün her zaman gerçeklikleriyle örtüşmediğini fark ettiler. Birisi size bir yarış atından bahsettiğinde, muhtemelen aklınıza şimdiye kadar gördüğünüz en güzel atın görüntüsü gelecektir. Ancak atı gerçekte gördüğünüzde, onun zihninizdeki görüntüsünden farklı olduğunu göreceksiniz.

Bu filozoflar aynı zamanda bir şeyi gözlemlemenin, zihinsel imgenin gerçeklikle örtüşmesi nedeniyle bu ikiliğe son verdiğini de söylemişlerdir. Araplar da geçmişte “Görmek, duymak gibi değildir” demişlerdir. Ancak Immanuel Kant, bir şeye baktığınızda onu zihninizdeki görüntü aracılığıyla gördüğünüzü, bunun da çoğunlukla gerçeklikle az ya da çok çeliştiğini düşünür. Yani, olayı kendi gözünüzle görseniz bile fark var olmaya devam ediyor. Bu nokta, gerçekliği bir yana, nesneler ile ilgili zihinsel bir görüntüyü yerleştirmeye çalışan propagandanın çalışma konusudur.

Ancak Kant aynı zamanda insan zihninin tek bir seviyede olmadığını da söylüyor ve bunda kesinlikle haklı. Günlük yaşamınızı yöneten bir pratik zihin vardır. Bir de nesnelerin gerçeklikleri üzerinde düşünen ve anlamlarını parçalara ayıran, aşmak için görünüşlerinin arkasında olanı araştıran, böylece ona ihtiyaç duymaktan kurtulan veya onun yerine ondan vazgeçmesini sağlayacak bir şey yerleştiren teorik zihin vardır. Örneğin, uçağın icadının motivasyonu, o zamanlar hiç kimse demirden bir aracın havada uçma olasılığını hayal etmemiş olsa da insanların otomobilin coğrafyanın kısıtlamalarını aşamayacağını düşünmesiydi. Propagandanın, eğitimin, çevrenin etkisine karşı isyan edip kendi yolunu seçen akıl işte budur.

Bu konuya daha sonra döneceğim. Ancak konunun can alıcı noktasını, yani gerçek hayatta iki paralel durumun var olduğunu vurgulamak istiyorum; bu gerçeklikten şüphe duymak ve onun varsayımlarına isyan etmek yerine, insanlarla birlikte hareket etmek ve sürü davranışı. Birincisi, zihnin değerini ve onun insanlığın ilerleyişinin makinesi olduğunu vurgular, ikincisi ise düzeni ve psikolojik rahatlığı pekiştirir.