Cibril Ubeydi
Libyalı araştırmacı yazar
TT

Ertelenmiş devlet ile başarısız devlet arasında Libya

Bugün Libya’da olduğu gibi “devlet”, kelimenin tam anlamıyla egemenliğini kaybettiğinde, grupların ve bireylerin otoritesi öne çıkar ve içindeki “gruplar” kendi “kimliklerini” aramaya başlar veya bu kimliği oluşturmaya çalışır, hatta kendisine hazır ve ithal bir kimlik oluşturulur. İnsanlar kaybolur ve kişisel güvenlikleri için kendilerine yakın bir oluşum ararlar. Mensubu oldukları kabilenin toplumsal huzur arayanlar için en yakın topluluk olduğunu görürler. Güç ve kontrol peşinde koşanlar ise kendi başına hareket eden ya da istihdam edilmek üzere silahlandırılan silahlı oluşumlarda bir araya gelirler. Şubat 2011'de Libya'da devletin çöküşünden sonra yaşanan da budur.

Kabile, her ne kadar devlet kavramının gerisinde kalmış olarak tanımlansa da üyeleri hızla silahlanan ve silahlı milis gruplar aracılığıyla başkalarıyla savaşan, kabileye değil partiye bağlılığın esas olduğu partilerden daha çok Libya'da toplumsal barışın koruyucusu ve garantörü oldu. Bu da kabilenin Libya'da geçmişte olduğu gibi halen toplumsal istikrar sağlayıcı bir faktör olduğunu, terörizme ve milislere karşı savaşında Libya ordusunu kucakladığını doğruluyor.

Kabile, parti veya milis gruplara mensup olmayanlar, güvenlikten, kimlikten ve egemenlikten yoksun, kaybolmuş bireyler haline geliyorlar. Jeopolitik anlamda devletin varlığının ve güçlü vatandaşlığın kaybolması, günümüz vekalet savaşlarında olduğu gibi, bir kısmı yabancı ülkelerden güç alan, birbiri ile savaşan gruplara bölünmeye yol açtı.

Modern Libya'da dedelerimiz, topraklarımızın bölünmesini önleme ve BM kararıyla üç ülkenin, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın sömürgeci vesayeti altına girmesini reddetme konusunda kararlılık gösterdiler. Bu, sömürgeciliğin Libya'ya manda ve vesayet penceresinden farklı bir kılıkla ve yeni bir yüz ile geri dönme projesini içeren gizli bir anlaşmaydı. Peven-Sforza taksim projesinin yenilgiye uğramasının arkasında dedelerimizin kararlılığı vardı. Bingazi ve tam olarak el-Manar Sarayı 24 Aralık 1951'de Libya'nın bağımsızlığının ilan edildiği yer oldu.

Bağımsızlık günü her zaman yeni nesillere, babaların ve dedelerin özgürlüğü kazanmak ve bağımsız bir vatan inşa etmek için çektikleri acıların bir hatırlatıcısı olagelmiştir. Bağımsızlığın anlamı bağımlılığın tamamen yok olmasıdır, ancak bugün bağımsızlık, dış müdahale bataklığında ve hatta bazı Libyalı politikacıların sömürgeciye bağımlılık ve ona duydukları özlem bataklığında boğuluyor. Uzlaşı Hükümetinin anayasaya aykırı bir şekilde Türklerle imzaladığı anlaşma, bağımsızlığının bedeli kanla ödenen ulusal egemenliğin terk edilmesinin ve bağımlı hale gelmenin bir örneği olabilir.

Bugün Libya ile coğrafi sınırı olmayan Türkiye ile sanal coğrafi sınırlar çizilerek ulusal egemenlikten taviz verilmesi ve hatta milli zenginliğin peşkeş çekilmesi tarihi bir suçtur. Bu suç, Libya’nın zenginliklerinin kaybolmasına yol açmış ve yağmalanmasını meşrulaştırmıştır. Libya'nın Türklere bir üs olarak teslim edilmesi, vatana ihanet suçu sayılmaktadır ve zaman aşımı olmaksızın failleri yargılanmalıdır. Zira Libya'nın toprakları üzerindeki egemenlik hakkını ihlal eden bu anlaşma, Türk askerlerine ve liderlerine vizesiz, hatta ön onay almadan Libya'ya girip çıkma olanağı tanıyor. Türk askerine Libya şehirlerinde herhangi bir kısıtlama olmaksızın, hatta düşmanca bir eylem ve çatışma olmasa da silahıyla dolaşma hakkı tanıyor. Egemenlikten taviz veren bu anlaşma uyarınca, Libya yargısının, Türk askerlerini kovuşturma hakkı bulunmadığı gibi, Libya makamlarının Trablus'ta Türk askerlerinin bulunduğu merkezleri denetleme hakkı bile yok. Anlaşma, onlara ücretsiz barınmanın yanı sıra, tamamı ücretsiz olan su, yiyecek, yakıt ve internet hizmeti sağlama zorunluluğu dahi getiriyor.

Bağımsızlık Libya'sı ile günümüzün gasp edilen Libya'sı arasında, uzun bir mücadele dönemi ve Libya'yı İhvanlaştırma (Müslüman Kardeşler’e bağlı kılma), onu aslından başka bir renge boyama, tarihini silme çabalarına rağmen atlanamayacak bir tarih vardır. Libya egemenliğini yeniden kazanacak, bir ve bölünmez kalacak çünkü tarihsel bağlantı ve birleşme unsurları, onu bölme faktörlerinden, İhvanlaştırma, mürşide ya da Babıali’ye bağlı kılma girişimlerinden daha büyük ve güçlüdür.

Peki, ya birbirleri ile savaşan Libyalı siyasi rakiplerin torunlarının geleceği ne olacak? Onlar iktidara ve paraya sahip oldular ama yağmalanan ve yıkılan bir ülkede torunlarının geleceği ne olacak? Onlara nasıl bir miras bırakacaklar?

Libya'da kaosu sürdürmeye, azınlık olan İhvan’ı ve siyasal İslam'ı güçlendirmeye, yönetime getirerek geri dönüştürmeye yönelik uluslararası bir komplo ve veto var. Ne yazık ki, bu bağlamda söz konusu uluslararası komplolara yardımcı olan dahili eller de bulunuyor. Bunlar torunlarına ne bırakacaklar? Dış güçler, Libya’da iç ihanet yüzünden güçlendi ve bu hainler, torunlarına utançtan başka ne miras bırakacaklar? Kendilerini düşünüp torunlarını unutarak, onlara parçalanmış ve yıkılmış bir ülke bırakacaklar. Libya bunlar yüzünden parçalanmaya doğru ilerliyor, dolayısıyla bu kişiler Libya’yı İhvan felaketinden ve komplolarından, ektikleri şeytan tohumlarından kurtarmak için birlik olmazlarsa ülke fitne ve savaşların mekânı olacak.

Zira İhvan örgütünün projesi, halkın söz sahibi olacağı anavatanlar inşa etmek değildir. Hatta hayali İslam birliği hedefinden uzaklaşarak Arap ülkelerini yıkmaya ve mahvetmeye başladılar. Böylece tapınağın Şimşon'un üzerine çökmesi gibi, onların projeleri de onların üzerine çöktü.

Libya'nın kadim ve modern tarihi, adamlarının kararlılığıyla ayağa kalkacağını kanıtlıyor. Şu anda uluslararası komplolar ve iç güçler tarafından ertelenmiş bir devlet olsa bile, başarısız bir devlet olmayacağını ispatlıyor.