Binyamin Netanyahu hâlâ İsrail tarafında savaş ile ilgili karar alıcı konumunda. Temel süreçlere etkisi bakımından siyasetçilerin ve askeri yetkililerin dile getirdiği her türlü itiraz, faydasız.
Dünyanın hiçbir yerinde, savaşlar tarihinde bile, en yüksek askeri otorite olan savunma bakanı ile tek siyasi karar alıcı olan başbakan arasında görünüşte temel bir anlaşmazlık olmasına rağmen, ikisi de görevde kalıp, her biri savaşta kendi rolünü oynamamıştır. Yani stratejik kararlar başbakan tarafından alınmaya, sahada da savunma bakanı tarafından ama başbakanın istediği ve bakanının istemediği doğrultuda uygulanmaya devam etmemiştir.
Liderler arasında bir rol dağılımı olduğu ile ilgili şüphe bir ihtimal olmayı sürdürüyor. Savaşın gölgesinde bile bir iktidar mücadelesinin var olduğu gerçekliği ise daha da muhtemel. Nitekim İsrail'de en büyülü yer olan başbakanlığı arzulayan herkes, işinin ve görevinin gerekliklerinden ziyade hayalini kurduğu ve uğruna çabaladığı yere ulaşma şansını belirleyen kamuoyu yoklamaları tarafından yönlendirilir.
İsrail'in barış ve savaş zamanlarındaki durumunun çerçevesi karar alma merkezinin Knesset olduğu siyasi sistemdir. Knesset’te bir oy ile de olsa çoğunluğu elde eden, önemli kararlar alabilir. Ancak o tek oy karşı tarafa kayarsa çoğunluğu elde eden, selefinin yaptığı her şeyi yıkabilir.
Bunun en önemli pratik kanıtı özellikle Filistinlilere yönelik politikadır. Oslo Anlaşması ve Mutabakatları tek bir oyla elde edilen çoğunlukla onaylandı ve fiilen uygulanmaya başlandı. Tek oy sahibi anlaşmaya düşman hale gelip kaybedildiğinde Knesset’te kabul edilenler tamamen unutuldu. Siyaset barış yerine savaş üreten başka bir yola yöneldi.
Şimdi bu yolda bir katliamdan diğerine geçiyoruz ve bu da dünkü barışı hem Filistinliler hem de İsrailliler tarafından kınamalara maruz bırakıyor.
Ortadoğu'da pek çok savaş yaşandı ancak her iki tarafın da en uzun ve en ağır kayıplarını verdiği savaş, öngörülebilir gelecekte durabileceğine dair en ufak bir belirti bile olmadan, ömrünün bir yılını doldurmak üzere olan mevcut savaştır. Sahada en önde ve en büyük yükü taşıyan İsrail, arka planda ise ABD var. Bölgemizdeki savaşlarda arka planda olan, gidilecek yol ve sonuçları üzerinde en güçlü etkiye sahip olandır. Bilhassa bu savaşta, ABD'nin rolü siyasetin özünden ve performansından ödün vermeden süslenmesi gereken bir tür gizlilikle birlikte, en açık şekilde savaşın vaftiz babası olarak görünüyor.
Demokrat yönetim, Aksa Tufanı ve İsrail'in buna yanıtı sırasında ilk günden itibaren diplomatik çabalarına lider olarak Sayın Blinken'i seçti. Kendisinin yansımaları kaçınılmaz olarak sadece bölgede değil, tüm dünyadaki karar alma merkezlerine ulaşacak bir depremle şaşkına dönen bir süper gücün rolüne şeklen de olsa yakışmayan bir açıklama ile görevine başladığını da hatırlatalım.
Blinken, Ben Gurion Havalimanı'na vardığı anda “Bir Yahudi olarak buradayım” dedi ve soykırım ve topyekun yıkım savaşı üzerine Amerikan bayrağını dalgalandırmak için havaalanından doğrudan askeri operasyonların yönetildiği odaya yöneldi. Yönetiminin başkanına gelince, o bundan daha da ileriye gitti. Yaşadığı şok ve şaşkınlık onu çok geç üstlendiği arabuluculuk rolünün inandırıcılığını yitirmesine neden olacak bir pozisyona ve davranışa sürükledi.
Diplomatik çalışmaları yönetmekle görevli bakan, yönetimdeki üst düzey yetkililerin de desteğiyle Netanyahu'nun arkasında duran bir rol oynadı ve eğer görevi gerçekten savaşı bitirmekse, onun büyük bir başarısızlığa uğradığını söyleyebiliriz. Ama eğer 1 yıl ve 8 ziyaret sonucunda kanıtlandığı gibi, görevi geçici ya da kalıcı bir ateşkes sağlanmadan yalnızca savaşı yönetmekse, o zaman bunda kesin bir başarı elde ettiğini söyleyebiliriz.
Özetle, İsrail'i varoluşsal bir tehditten kurtarma başlığı altında Netanyahu büyük menfaatler elde etti.
Bölgesel savaşı önleme başlığı altında ABD çıkarlar elde etti.
Objektif olmak istersek “şimdiye kadar” olan biten budur diyebiliriz