Otuz yıl önce yaşananlar en cesur hayallerde bile görülemezdi.
• Arafat, ABD Başkanı Bill Clinton'ın himayesinde, bir zamanlar girmesi yasak olan Beyaz Saray'ın bahçesinde Rabin ile el sıkıştı.
• Karşılıklı tanıma ile İsrail güvenli sınırlar içinde var olma hakkını kazanırken, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Filistin halkının temsilcisi sayıldı.
• Filistin devriminin tüm savaşçılarından ve liderlerinden oluşan alaylar, kendileriyle savaşanlarla barışçıl bir ilişki başlatmak üzere Filistin topraklarına geri döndüler. Bu ilişkinin en önemli ayağı, belgelenen, programlanan, ayrıntılı ve detaylı bir şekilde üzerinde anlaşmaya varılan güvenlik koordinasyonuydu. Geri dönenler arasında Oslo muhalifleri de vardı ve bunların en önemlileri, Ramallah'taki ofisinde şehit edilen Ebu Ali Mustafa liderliğindeki Halk Cephesi'nin liderleriydi.
• Bu deneyimi ziyaret etmek ve desteklemek, Filistinlilerin savaş ve barış zamanlarındaki lideri Yaser Arafat ile görüşmek için dünyanın önde gelen liderleri ziyaretler yaptılar. Tüm dünya liderleri geldi ve en önemlisi de Oslo'nun kendisine Monica Lewinsky hikayesinden birkaç günlüğüne kurtulma izni ve Beytüllahim'deki Doğuş Kilisesi'nde Tanrı ile yalnız kalma fırsatı verdiği Bill Clinton'du.
Filistinliler, Yaser Arafat'ı Gazze'de karşıladıklarında, bizzat gördüklerinde, eski Yasama Meclisi'nin balkonundan işgalin sona ereceği, özgürlüğün ve bağımsızlığın doğacağı sözünü verdiği konuşmasını dinlediklerinde, Oslo'nun hayatlarında yeni ve güçlü bir dönemin başlangıcı olduğuna inandılar.
İlk günlere, aylara ve hatta birkaç yıla Oslo’nun yükseliş günleri diyelim. İsrail şehirlerden çekildi, İsrail bayrağının indirilip yerine Filistin bayrağının çekilmesi kutlamaları birbirini takip etti. Filistinliler tarihlerinde ilk kez Batı Şeria'nın Gazze ile birleştiği, merkezinde Kudüs'ün yer aldığı bir meclis ve devlet başkanı seçti.
Beş yıl sonra 1967'de işgal edilen topraklar üzerinde bağımsız bir Filistin devletinin doğmasını sağlayacak Oslo misyonlarının tamamlanması görüşmeleri, küçük bir yüzdelik oluşturan bazı karşılıklı yeniden ayarlamalarla devam etti. Bu ayarlamalar karşılığında ödenen bedeller arasında, Başkan Bill Clinton'un katılımıyla Gazze'de düzenlenen Ulusal Konsey oturumu aracılığıyla Filistin Ulusal Anlaşması’nın bazı maddelerinin iptal edilmesi de vardı.
Yükseliş döneminde Yaser Arafat, Rus yapımı bir helikopterle Gazze ile Batı Şeria arasında gidip gelebiliyor ve “A” bölgesi olarak sınıflandırılan şehirlerde liderliğini yürütebiliyordu. “B” olarak sınıflandırılan bölgedeki şehirleri de ziyaret etmekte zorlanmıyordu. Bunun için sadece beş yıl sonra tüm bu alanlar üzerindeki işgalini sona erdirmesi beklenen İşgal İdaresi ile önceden rutin bir koordinasyon gerekiyordu.
Güzel bir rüyadan uyanmaya benzeyen o gün, yükseliş aşaması sona erdi ve dramatik bir şekilde çöküş aşaması başladı. O gün, İzak Rabin'in İsrail Kralları Meydanı'nda (daha sonra adı Rabin Meydanı oldu) arzu edilen barışı överken infaz edildiği gündü.
Rabin öldü ve ikizi Peres yetim kaldı. Bu, barış binasının muhafızlarının değişmesi gibiydi. Bu iki öncünün ardından İsrail'in çıkarına olsa bile Filistinlilerle barışa inanmayan Şaron – Netanyahu ikilisi görevi devraldı. O günden itibaren vaat edilen ya da arzulanan barış, can çekişme aşamasına girdi. Bu aşamada barış, hayatını kurtarmakta dünyanın tüm doktorlarının başarısız olduğu bir hasta gibiydi. Bu doktorların başında da can çekişmekte olan hastayı kurtarmak için en büyük çabayı gösteren Başkan Clinton geliyordu. Zira Clinton, Oslo Anlaşması’nın, Ortadoğu'da Filistin sorununun çözümüne dayanan istikrarlı ve nihai bir barışın tesis edilmesi mucizesini gerçekleştiren adam olarak tarihe geçmesini sağlayacağına bahse girmişti.
Büyük çabalar başarısızlıkla sonuçlandı ve bir Filistin İntifadası patlak verdi, ancak bu sefer silahlıydı. Arafat, İntifada’yı hazırlamak ve yönetmekle suçlandı ama o bu suçlamayı kabul etme veya reddetme konusunda ihtiyatlı davrandı. Çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Amerikalılar, İsrail'e baskı yapmaktan kaçınan bir politikayı tercih ettiler. Sonrasında yaşananların ayrıntılarına girmeden, Oslo sürecinin can çekişemeye devam ettiğini ve bunun da hastanın hayatının kurtarılmasını imkânsız hale getirdiğini söyleyelim.
Otuz yıl sonra, sonuçlarını net bir şekilde görmek için bu büyük deneyime bakıyoruz; Arafat ile Rabin arasındaki “tarihi” el sıkışmanın ilk günlerinden itibaren ortaya çıkan barış umutları, uzun Filistin-İsrail çatışması tarihinde eşi benzeri görülmemiş, topyekûn katliama yakın bir savaşa dönüştü. Dünyanın en önemli mühendislerinin cömertçe harcayarak inşa ettiği ve yeni Ortadoğu'ya örnek olacağına bahse girdiği bir evin, sakinlerinin başına yıkıldığını görüyoruz. Sakinlerinin bazıları öldürüldü, bazıları yaralandı ve bazıları da yerinden edildi. Şu ana kadar varılan sonuç, Oslo'yu yaratan ve onun yükselişini destekleyen dünyanın, Gazze'nin yıkımını, oradaki kitlesel ölümlerin yanı sıra Batı Şeria'daki durumun belirsizliğini ve ona karşı devam eden savaşı, olan bitene son vermeye hiç gücü yetmeden izlediğidir.