Lübnan, 1946'daki bağımsızlığından bu yana istikrara kavuşamadı. On yıllar içinde ya bir iktidar mücadelesiyle ya da yakın ve uzak çevrede uzantıları olan bir iç savaşla karşı karşıya kaldı. Saha Lübnanlı, aktörler ise Lübnanlı değildi.
Şu anda Güney Lübnan'da sürmekte olan İsrail savaşına soykırım karakteri damga vuruyor ve Lübnan, on yıllar içinde bu tür bir soykırım ile 8 kez karşı karşıya kaldı. Lübnan'da olup bitenlerle ilgili küresel ve bölgesel kaygıların duyulmadığı bir on yıl bile geçmiyor.
Lübnan sahnesindeki aktörler, Avrupa ülkelerinden bölge ülkelerine farklılık gösteriyor. Tarih gereği, Lübnan'ın eski sömürgesi olduğu ülke olan Fransa'nın bir nüfuzu var. Şimdi bir başkası daha var, o da İran nüfuzu. Bu iki nüfuzun arasında ABD'nin sürekli ve baskın nüfuzu ile Arap bölgesindeki bazı ülkelerin de nüfuzu var.
Tüm bu taraflar arasında karmaşık hesaplar bulunuyor çünkü her bir tarafın kendi stratejik çıkarları var ve Lübnan'a müdahalenin bu çıkarların bir kısmını veya tamamını gerçekleştireceğine inanıyor.
Arenanın sahibi olan Lübnan halkı ise kendisini küresel sürgün ya da ölüm arasında kalmış bir durumda görüyor. Nedeni de ona dayatılan, kendisinin seçmediği ve aslında yaşamak istemediği saçma savaş. Bu savaş ise Lübnan halkının istikrar hayalleriyle, mezhepsel olmayan kurumlarla bir ulus-devlet inşa etme arayışıyla pek de uyuşmayan, karşıt güçler arasındaki hesaplar çatışması ve denge yarışının bir sonucu olarak kendisine dayatılıyor.
İsrail, Lübnan yapısının öneminin ve anlamının, bölgesel ve küresel karmaşıklığının bilincinde ve bu nedenle bu karmaşıklıktan yararlanarak Lübnan'ı bir pazarlık kozu olarak kullanıp nüfuzunu genişletmeyi planlıyor. Dahası bu durumdayken Lübnan'dan faydalanarak Ortadoğu'ya yön veren, büyük güç olmak istiyor. Lübnan’ın İsrail hedefleri bankasına açılan bir kapı olduğuna inanıyor.
Trajedi, sanki kaçınılmaz ve kendisinden kaçılamaz bir kadermiş gibi, başından beri mezhepçilik ve onun kodlamalarıyla bir arada yaşamada yatıyor. Lübnan’ın eline bir arena olmaktan, kurumları olan ve kotalardan uzak bir ulus-devlete geçiş yapma fırsatı birden fazla kez geçti. Siyasi görüşleri ne olursa olsun tüm Lübnanlılar, büyük bir sabırsızlıkla o günü bekliyorlar. Dünyanın tüm şehirlerine damgasını vurmuş, kültürel çeşitliliklere sahip Lübnan medeniyetine ve aynı zamanda büyük yaratıcılıklarıyla sınırları aşan kaşiflerine, düşünürlerine ve sanatçılarına yakışır bir anayasa yazmak istiyorlar. Mezhepçilik darboğazından çıkmak ve Lübnanlı olmayan aktörlerin karmaşık hesaplarından kurtulmak, Lübnan'ı, devletini, varlığını, halkını ve geleceğini kurtarmanın zorunlu bir yolu haline geldi.
Ünlü Yunan filozofu Heraklitos'un söylediği gibi, aynı nehre iki kere girmezsiniz. Lübnan ise nehre tekrar tekrar giriyor; bir kez bağımsızlığından kısa bir süre sonra mezhepler iktidar ve nüfuz paylaşımı için çatıştığı dönemde girdi. Bir kez altmışlı yıllarda Lübnan siyaseti kutuplaştırıldığında girdi. Bu kutuplaşma Lübnan topraklarındaki denklemleri değiştiren Kahire Anlaşması imzalanana kadar devam etti. Daha sonra en büyük felaket, nüfusun dörtte üçünün yerinden edilmesine neden olan ve Lübnan'ı yabancı ülkeler ve bölgeler arasındaki hesaplaşmanın merkezi haline getiren 1975'teki iç savaş patlak verdi. Bu savaş sırasında İsrail 1978'de Güney Lübnan'a müdahale etti, ardından 1982'de başkent Beyrut'u işgal etti, bunun sonucunda İsrail, Güney Lübnan'ın bir şeridini işgal etti. Ordudan ayrılan Lübnanlı Binbaşı Saad Haddad ordu adı altında bir milis gücü kurdu ve ondan sonra bu güç Antoine Lahad'a miras kaldı. İsrail'in 2000 yılında Lübnan topraklarından çekilmesi ile birlikte Lübnan ulusal direnişinin saldırıları sonucu bu ordu dağıldı ve üyeleri güneyden kaçtı. Temmuz 2006'daki savaşın ardından BM tarafından alınan 1701 sayılı kararla uluslararası sınırlar tanındı. Ancak Lübnan hâlâ İsrail tarafından işgal edilen Lübnan toprağı olduğunu söyleyerek Şeba Çiftlikleri ile Kafr Şuba Tepeleri'ni geri istiyor.
Hiç şüphe yok ki, Lübnan'da devam eden bu kanlı duraklar üzerinde derin bir şekilde düşünmeliyiz çünkü şu anda yaşananlar, sanki onlardan kaçış yokmuş gibi benzer olayları hatırlatıyor. Bu nedenle uygar ve kültürlü Lübnan'ın üzerinde biriken bu tozu silkelemesi, coğrafyanın çilesinden, tarihin öfkesinden kurtulması, köklü kurumlara sahip, Lübnan halkının bedelini ödediği bir yük haline gelen kota kavramının bir kısmını doğurduğu karmaşık hesaplardan uzak, bir milli devlet kurma yoluna girmesi gerekiyor.
İsrail, mevcut katliam ve soykırımlarıyla uluslararası hukuku ve uluslararası insancıl hukuku ihlal ediyor. Güç ve silah kullanarak bölgeye boyun eğdirebileceğine ve kendisini zorla Ortadoğu'nun lider gücüne dönüştüreceğine inanıyor. Bu bir yanılsama, yalan ve aldatmacadır.