İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Biz ve uzun olanı çok uzun bekleyişimiz!

Hem Lübnan'da hem de Filistin'de korkunun öğüttüğü ve kaderlerinden endişe duyan yerinden edilmiş insanların düşüncelerine şu anda hakim olanın ne olduğundan bir an bile şüphe duymuyorum.

Açıktır ki, onları çevreleyen bu kabusun sonunu geciktiren şey, verimli bir kolektif Arap hamlesine veya yayılmacı kibri ve kanlı çatışmayı sona erdirecek bir İsrail “vicdani uyanışına” ya da devam eden ve ayrıntılı bir suça açıkça ortaklık olarak gördüğümüz tutumun aksine sorumlu bir uluslararası tutuma dair en ufak bir umut ışığının olmayışıdır.

Elbette güç dengesi açısından felakete doğru gidişi önleyebilecek tek güç ABD'dir. Ancak önümüzdeki kasım ayının ilk haftasının sonuna kadar, kazançlı Arap yatırımlarının on yıllardır eksik olduğu bir başkanlık seçimi kampanyasının rehinesi olmayı sürdüreceğiz.

Dahası, biz Araplar, Amerikan siyasi yaşamında emelleri olanların bizi görmezden geldiğinin ve emeklilerin peşimizden koştuğunun artık farkındayız. Washington ile uzun deneyimler, Araplar veya onların herhangi bir sorunu ile bağ kurmanın ya “yasak” ya da “intihar niteliğinde bir eylem” olduğunu kanıtladı.

Ancak diğer yandan bir zamanlar bilinen ve tanınan politikacıların, çantalarını toplayıp iktidarın etki alanından uzaklaşarak özel hayata dönmelerinden sonra, bir danışmanlık pozisyonu veya menfaatçi “lobilere” üyeliğin peşinde koşarken, aniden “adil” davalarımızı “anladıklarını” görüyoruz.

Dahası, “Soğuk Savaş” dönemini anımsayan pek çok kişi gibi ben de İsrail'e en gelişmiş silahları sağlamak ve ona cömert mali destekler sunmak için pazarlanan daimi bahanenin “Ortadoğu’daki askeri dengeyi korumak” olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Ancak Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı çöker çökmez bahane değişti ve dürüstçe, açıkça ve göz bile kırpmadan tekrarlanır oldu; “İsrail'in stratejik üstünlüğünü korumak!” Geleceğin neler getireceğine dair soru işaretlerinin birikmesiyle şu anda karşı karşıya olduğumuz durum budur.

Bu sorular arasında şunlar da yer alıyor: Sadece askeri olarak “üstün” değil aynı zamanda diğerlerini de “yok sayan” bir İsrail ile nasıl başa çıkacağız?

Bütün yaşananlardan sonra İsrail'in yıkıcı ve yerinden edici askeri operasyonları ne zaman sona erecek?

Dahası, Batı'nın mutlak ve koşulsuz desteğine sahip olduğu göz önüne alındığında, Binyamin Netanyahu nasıl bir “Ortadoğu” istiyor? Ortadoğulu oluşumların sakinleri için hangi “hesaplanmış” hesaplar onlardan gizleniyor? Tasfiye edilenlerin tasfiyesi, yerinden edilenlerin yerlerinden edilmesi, yok edilenlerin yok edilmesinden sonra şimdi hangi anlaşmalara son dokunuşlarda bulunuluyor?

Tam olarak ve benim naçizane görüşüme göre sorulması gereken önemli soruysa şu: ABD'nin (ve dolayısıyla İsrail'in) kolları budanmış ve pençeleri sökülmüş ama nükleer bir güç, bir petrol devleti, nüfusu büyük ve demografik açıdan önemli İran ile “birlikte yaşama senaryosu” nasıl olacak?

Son olarak bu “senaryo” gelecek ay yapılacak ABD seçimlerinin sonuçlarından nasıl etkilenecek?

Son günlerde -buna inanıp inanmamak bize kalmış- Lübnan'da başardıklarından mutlu olan İsrail liderliğinin İran'ın nükleer tesislerini veya altyapısını vurma niyetinde olduğunu duyuyoruz. Ayrıca bu “şantajcı-intikamcı” niyetin, pek çok kişinin hâlâ kendisini dinlediğinden kuşku duyduğum “gidici” Amerikan Başkanı Joe Biden tarafından çekince ile karşılandığını da duyuyoruz.

Ancak Biden'ın aksine, Cumhuriyetçi rakibi eski başkan Donald Trump, kasım seçimleri kapıda iken “İsrail lobisi” nezdindeki konumunu iyileştirme umuduyla “Tahrandaki Mollalar” yönetimine karşı gerilimin tırmandırılması konusunu desteklemekte oldukça hevesli görünüyor.

Aslında bu noktada Trump'ın 4 yıllık başkanlık döneminde İsrail’e sunduklarını hiçbir Amerikan başkanının sunmadığı ileri sürülebilir. Ancak Amerikalı Yahudi seçmen, Yahudilerin önünde her gün kışkırtıcı, tarihsel Avrupa Hıristiyan düşmanlığının ve tehdidinin tüm hayaletlerini uyandıran bir siyasi retoriğe başvuran, beyaz sağcı bir Hıristiyan liderin sunduğu ve vaat ettiği “armağanlara” aldanmayacak kadar akıllı olmaya devam ediyor.

İsrail sağının, şu anda siyasi radikalliğini reddetmeye cüret eden herkese karşı başlattığı “anti-semitizm” suçlamalarıyla şantaj yaparak elde ettiği sonuçtan son derece memnun olduğu doğrudur. Ancak Amerikalı Yahudi liderlerin bile “MAGA” hareketi (ABD'yi Yeniden Büyük Yapalım) bayrağı altında büyüyen “beyaz Hıristiyan milliyetçiliği” eğiliminden ciddi şekilde korktukları da doğrudur.

Dahası Trump ABD’si için geçerli olan, bugünlerde Avrupa için de geçerli.

Avrupa, kendinden öncekilerin Yahudiler arasında korku, adaletsizliğe ve zulme uğrama duygularının üretimine katkıda bulunduğu aşırı milliyetçi ve ırkçı hareketleri rehabilite etme yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bu hareketler İspanya’da “engizisyon” ile başlamış, Rusya’daki Pogromlardan geçerek Almanya’da “Nazi Holokostu” ile sona ermişti.

Öte yandan Yahudi zihninin, İsrail'in Arap-İslam dünyasının kalbinde kurulmasından itibaren, İslamcı dini söyleminin yükselişine şüphe ve korkuyla bakmaya başladığı da doğrudur. İddia ediyorum ki bu gerçeklik, Avrupa’da başlangıçta Müslümanların yanı sıra Yahudilerin de kendisi ile bir çatışma durumu içinde olduğu Hıristiyan ortamında doğmuş olan antisemitizm kültürünün kurumsal “doğası” ile çelişen bir gelişmedir.

Burada, büyük göçmen Yahudi topluluklarının Kuzey Afrika'nın çeşitli bölgelerine yerleşmesine yol açan “Reconquista” ve “Engizisyon”un ardından Müslüman ve Yahudilerin Endülüs’te maruz kaldığı ortak zorla göç ettirmeyi, aynı şekilde, 1948'den önce Irak, Mısır ve Maşrık’ta (Levant) Yahudilerin sahip olduğu statü ve ayrıcalıkları hatırlatabiliriz. Her halükarda çatışan çıkarlar ve artan müdahalelerle birlikte tanıkların yokluğuna paralel olarak kolektif siyasi hafıza zayıflar. Yanlış hipotezler yaygınlaşır, yanılsamalar ticareti gelişir, tarihi çarpıtanlar ve coğrafyayı manipüle edenler çoğalır.

Şimdi işte bu gerçekle karşı karşıyayız.

Tarihimizin hayati bir parçası, ülkelerimizin coğrafyası, halklarımızın kaderi, dinsel “gerekçelere” ya da metafizik sloganlara dayanarak gözlerimizin önünde çalınıyor.

Ruhumuzda ve zihnimizde bu çöküşü durdurma gücünü keşfedene kadar, kabusun sonunu bekleyiş uzun ve hatta çok uzun olacak!