Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Bölgesel güçlerin tabakasında Suriye!

Son birkaç ayda, özellikle de son haftalarda, Suriye'nin Arap ve yabancı medyada yer alma payı arttı. Haberlere Suriye ve çevresindeki çatışmalara ilişkin analizler, raporlar, görüş yazıları, uluslararası yetkililerin, bölgesel ve büyük ülkelerin yetkililerinin açıklamaları eklendi. Suriye'nin medyada öne çıkmasının temel nedeni İsrail'in Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da Filistinlilere karşı başlattığı savaşla ilgili siyasi ve sahadaki gelişmelerdir. Savaşın son olarak Lübnan Hizbullahı'na odaklanılarak Lübnan'a doğru genişletilmesi, Lübnan’ın yeni bir Gazze'ye dönüşebileceği yeni bir şiddet ve yıkım döneminin başlangıcıdır. İsrail’in savaşının gelişmesiyle birlikte savaşın bölgesel yansımaları, bir yandan İsrail-İran saldırıları, diğer yandan İsrail'in Suriye'de hem İran'a ve oradaki Şii milislere ait hedeflere, hem de Esed rejimine ait hedeflere yönelik saldırılarının artması ve çeşitlenmesi şeklinde cisim buldu.

Bölgede artan askeri çatışmalara, hem İsrail-Filistin hem de İsrail-Lübnan arasında uzlaşılara ve çözüme giden yolu açacak ateşkeslere ulaşmak, muharebeleri ve askeri çatışmaları durdurmak amacıyla bölge başkentleri ve dünyanın önemli başkentleri arasındaki bir dizi görüşmeler ve istişareler eşlik etti. Sağlanacak ateşkes, devam eden İsrail savaşının yansımaları çerçevesinde gelişen bölgesel çatışmalara yönelik uzlaşıların ve çözümlerin de kapılarını açabilir.

Politikacılar ve bölgeyle ilgilenenler, Suriye'nin kırılgan ve zayıf tarafı temsil ettiği konusunda hemfikir; bu durum, sadece içinde ve çevresinde yaklaşık 14 yıldır devam eden çatışmaların bir sonucu değil. Bir diğer nedeni de bölgesel güçlere ve büyük ülkelere tabi ve yabancı işgallerin vücut bulmuş hali olan topraklarındaki fiili otoritelerdir.  Bunlar aynı zamanda, mevcut İsrail savaşının gölgesinde yoğunluğu artan bir iç çatışmanın da arenasıdır. Hem de Esed rejimi, kontrolü altındaki bölgelerde konuşlanmış direniş eksenindeki İranlı müttefiklerinden, milislerinden ve silahlarından uzaklaşmaya, İsrail'in kendi kuvvetlerine ve mevzilerine yönelik saldırılarına yanıt vermekten kaçınmaya, Türkiye'nin kendisiyle ilişkileri normalleştirme çabaları konusunda esneklik göstermeye çalışmasına rağmen.

Şam'ın bölgesel çevresine yönelik politikaları, tek tarafa hizmet etmesini sağlayacak tercihler yapmadan, kapıları herkese açık bırakarak, herkesi memnun etmeyi amaçlıyor. Ancak daha önce kabul edilebilir veya kısmen kabul edilebilir olan bu politika, siyasi ve askeri çatışmaların tırmandığı bugünlerde kabul edilemez. Bugün herkes İsrail savaşının sonuçlarının yakın gelecekte kendisini ve çatışmanın diğer taraflarını etkileyeceği Suriye gerçekliğinde kendisine bir konum ve nüfuz elde etmeye can atıyor. Herkes Suriye'nin Esed'in yönettiği kısmının onun nüfuzu altında olmasını ve en azından burada kendi sözünün geçmesini umuyor.

Bu taraflardan ilki, Esed rejiminin ayakta kalmasını sağlayan, son gelişmelerin doğruladığı gibi, kendisi için hiçbir zaman ciddi bir sorun yaratmayan İran ve milislerinin Suriye'deki varlığına ilişkin çekincelerine rağmen, rejimin ayakta kalmasını sağlayacak tüm müdahaleleri kabul eden ana aktör olan İsrail’dir. Ancak İran'ın Gazze ve Lübnan'daki uzantılarının tasfiye edilmesi düşüncesiyle birlikte Suriye'yi kontrol eden güçler haritasında İran ve Hizbullah'ın gücünün yanı sıra, Esed rejimi bünyesinde onları destekleyen kişi ve yapıların gücünün sınırlandırılması esasına dayanan bir değişiklik meydana geldi. Geçtiğimiz haftalarda sınır hattının değiştirilmesi, Suriye’nin füze üsleri ile havaalanlarının vurulması, rejimin İran ve Hizbullah ile ilişkilerindeki en önemli dayanaklarından biri olan Mahir Esed'in karargâhlarından birinin uyarı olarak bombalanması dahil olmak üzere İsrail saldırıları da bunu gerçekleştirdi.

İsrail'in İran'a ve onun Suriye'deki araçlarına yönelik tutumunun değişmesi, dönüşümlere sahne olan Suriye’den kaynaklanmıyor. Bunun nedeni İran’ın bu dönüşümlerden yararlanarak varlığının ve bölgesel aktivizminin kapsamını genişletmeye çalışması. Ne var ki bu, yalnızca İsrail'in emelleriyle değil, aynı zamanda füze ve nükleer kapasitenin arttığı bir ortamda, Körfez'den Akdeniz kıyıları ile Kızıldeniz'deki Babul Mendeb Boğazı'na kadarki İran yayılması, Hizbullah'ın önderliğinde araçlarının artan kontrol gücü nedeniyle diğerlerinin çıkarları ile de uyuşmayan bir yaklaşım.

İran'ın pozisyonuna ekstra önem kazandıran husus, Suriye'deki çeşitli taraflara belli ölçülerde ayak uydurabilmesi olabilir. Örneğin İsrail'e karşı sessiz kalarak, ona karşı yanıtlarını aleni olmaya yakın anlaşmalar ile formüle ederek, Tel Aviv’e karşı stratejik sabır teorisini benimsiyor. Öte yandan Rusya, Türkiye ve Esed rejimi dahil etkili taraflarla çıkarlarını, kendileriyle yaşadığı tüm anlaşmazlıkların ve rekabetlerin üstünde tutan çok düzeyli ve çok içerikli uzlaşılar geliştiriyor.

Türk tarafı Suriye'yi etkileyen üçüncü bölgesel gücü temsil ediyor. Ulusal Ordu ve Koalisyon Hükümeti ile geride kalan aşırı İslamcı örgütleri temsil eden Heyet Tahrir eş-Şam ve Kurtuluş Hükümeti başta olmak üzere kendi araçlarının kontrol ettiği kuzeybatıdaki fiili otoriteyi destekliyor ve yönetiyor. Bunlara ek olarak, ister uluslararası anlaşmalara, özellikle de ABD’nin dediği gibi 2254 sayılı karara uygun olarak, isterse Rusya'nın İran, Türkiye ve Esed rejiminin katılımıyla yönettiği Astana Süreci’ne göre olsun, olası herhangi bir çözümde Türkiye'ye daha büyük bir rol oynama fırsatı veren binlerce askeri de var.

Sonuç olarak Suriye, bugün İsrail, İran ve Türkiye'nin mevcut tüm imkan ve kabiliyetleri kullanarak Suriye'yi kontrol etmeye çalıştığı bir geçiş aşamasındadır. Siyasi ve askeri yöndeki bu çabalara, başta ABD ve Rusya olmak üzere büyük aktörlerin yakın takibi eşlik etmektedir. Suriye'nin kaderi de bunlar doğrultusunda belirlenebilir. Buna karşılık ikincisi, yani Suriye tek bir şeye odaklanan çabalarının esiridir, o da  rejimin hayatta kalmasını sağlamak ve ardından diğer konulara bakmaktır.