Mustafa Fahs
TT

Acı dolu yolculuklarımızdan bir hatıra

Bu yerinden edilmeyle ilk kez karşılaşmıyoruz ve son da olmayacak. Ancak kader bize bunun en uzun yerinden edilme dönemimiz olabileceğini ve yakın zamanda büyüdüğümüz evlere geri dönemeyeceğimizi söylüyor. Geri dönmek için bir mucizeye bile ihtiyacımız olabilir. Bu kez barınağımız yok, bizi kışın soğuğundan ya da yazın sıcağından koruyacak çatımız yok, bedenimizden geriye kalanları koruyacak duvarlarımız yok. Veda ettiğimiz ve geride bıraktığımız evlerde özlemden başka bir şey kalmayacak.

İşte sürgün hikâyemize yeni bir bölüm ekliyor, alışacağımız yeni otlaklar için değer verdiğimiz toprakları terk ediyoruz. Memleketlerimizi belki bir mola yerine belki de sabit bir ikametgâha taşıyoruz. Son göçümüz ve asıl vatanlarımızda gördüğümüz şefkatin aynısını görme umudumuz hakkında dizeler yazacağız. Bir asırdan fazla bir süre önce topraklarımızda yer kalmadığında bize kucak açan Allah'ın uçsuz bucaksız yeşil dünyasına bir kez daha adım atacağız. Bu Doğu'da alışılagelmiş bir durumdur. Çok sayıda insan ya yenilmiş, ya zorlanmış ya da hayatta kalmak için dünyanın bu bölgesini terk etmiştir. Deneyimler, evini, köyünü ya da şehrini terk eden hiçbir yerinden edilmiş kişinin, mültecinin ya da göçmenin geri dönmediğini gösteriyor. Evlerine geri dönenler de tekrar ayrılmak zorunda kalıyor.

İki nehir arasındaki yeni sürgünümüzde, Litani'nin güneyinden kuzeyine, Litani'nin kuzeyinden Evveli'nin kuzeyine, Evveli'nin kuzeyinden İklim el-Harrub ve Şuf'a ya da Beyrut'a ve oradan kuzeye ve doğuya, yıkılmış evlerimizi, yıkılmış köylerimizi, boşaltılmış şehirlerimizi geride bırakıyoruz. Geriye sadece yok olan canlar ve yok edilen geçim kaynakları kalıyor; alevler, enkazlar ve yıkıntılar... ‘Evler, sakinleri terk ettiğinde ölür.’ Köylerimiz ve şehirlerimiz ve oradaki evlerden geriye kalanlar, yalnızlıktan ve insanlarının yokluğundan ölür.

Filistin, Lübnan, Suriye ve Irak diasporasının yolculukları, geçici olduğu söylenen kamplarda onlar için alelacele kurulan çadırlar, Doğu Akdeniz'de başka kıyılara giden tekneler, mülteci kampları veya düzensiz göçmenlerin barınakları aynı hikâyeyi, kaderi ve tarihi paylaşıyor.

Bir annenin çocuklarına büyükannelerinden, kendi annesinden anlattığı bir hikâye. Bu, işgalci orduların karadan girip uçaklarla geri döndükleri bir tarih. Bazıları sömürgeleştirildi, bazıları yerleştirildi, bazıları işgal edildi. Aralarında, çoğu zaman bizi yönetmeleri için onları atayanlardan daha zalim olan bizden adamlar da var.

Bu hikayeleri birbirine bağlayan tek şey tutarlılıktır. Bireyler, topluluklar, şehirler, başkentler ve ülkeler olarak bizler, yabancı gaspçıların ve açgözlü komşuların eylemlerinin bedelini ödemeye devam ediyoruz. Her on yılda bir, Kudüs, Ramallah, Hayfa, Akka, El Halil, Cenin ve Nablus'tan Basra, Bağdat ve Musul'a, Humus, Halep, Hama, İdlib, Dera ve Şam'dan Beyrut, Sur, Bint Cubeyl, el-Hıyam ve Nebatiye'e kadar şehirlerimizin yerle bir edildiğini görüyoruz.

Cebel Amil'in kalbi olan Nebatiye sistematik olarak yok ediliyor; binaları, mahalleleri ve pazarları toza dönüştü. Simgesel yapıları ve kolektif hafızasının somut örnekleri silindi. Nebatiye, halkının, komşularının ve ziyaretçilerinin hafızasında Güney Lübnan, kuzey Filistin ve güney Suriye'yi birbirine bağlardı. Burası onların hastanesi, okulu ve kafesiydi. Bölgesel ticarete ev sahipliği yapan pazarları halk için bir buluşma noktasıydı. Çeşitliliği ve çoğulculuğuyla bizim istediğimiz Lübnan'ın bir mikrokozmosuydu.

Uzun yerinden edilme tarihimizin ilk bölümleri, Marib Barajı'nın çöküşünü takip eden büyük selin ardından bu bölgeye (Güney Lübnan) göç eden Yemenli bir kabile olan Amile’nin hikayesini anlatıyor. Çağdaş bölümler, Gazze'yi ve Cebel Amil'in şehir ve köylerini silip süpüren ve onları sadece bir anıya dönüştüren sel felaketinin ardından Amile kabilesinin tamamının Güney Lübnan'dan nasıl sürüldüğünü anlatacak. Gazze ve güneyde hayatta kalanlar, daha da büyük bir umutsuzluk yaratan yıkıcı bir selin doğurduğu umutsuzluğa dair aynı anıları paylaşacaklar.

Güvenli ya da yarı güvenli bir yaşam arayışıyla devam eden yolculuğumuzla, bu farklı ülkenin bir başka kimliği daha oluşuyor; yerinden edilme ve göçü de miras aldığımız ‘seferberlik’ atalarımızdan miras kalan bir kimlik. Kendi kimlik kartımda, doğum tarihim ve yerimin yanı sıra, iç savaşın arifesinde doğduğum ve 1978'deki Litani Operasyonu'ndan sonra birçok güneyli gibi yerinden edildiğim yazıyor. 1982'deki işgalden sonra göç ettim ve 1989'da Mişel Avn'ın savaşı sırasında tekrar güneye göç ettim. 1993'teki Hesap Verebilirlik Operasyonu'ndan ve 1996'daki Gazap Üzümleri Operasyonu'ndan sonra tekrar güneyden göç ettim. 2006'da harap olmuş bir Beyrut'a geri döndüm. Ve şimdi burada, benim kuşağımın her bir üyesi ve benden önceki ve sonraki kuşaklarla birlikte, uzun yerinden edilme kitabımızda yeni bir bölüm yazıyoruz. Bu sert Doğu'da ya yerinden edilmiş ya da göçmen olarak doğarız ya da yabancı veya kurban olarak ölürüz.