Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Çocuk aklı

Bu bir şekilde zor bir yazı ve kendisini okuyacak değerli dostlarımdan biraz sabırlı olmalarını rica ediyorum. Bilhassa bireyin sosyal çevresinde hakim olan inanç ve görüşlere bağlılığı ölçüsünde, inanç ve fikirlerde rasyonel ve irrasyonel olana ilişkin tartışmalarda çok önemli ve sıklıkla tekrarlanan bir sorunsalı çözeceğine dair onlara söz veriyorum.

Geçen haftaki yazımda söz verdiğim gibi Fransız filozof André Lalande'nin zihnin işleyişine ilişkin görüşlerine değineceğim. Ama ben konuya biraz farklı bir açıdan yaklaşacağım.

Aklın işlevleri, düşünme ve yasamadaki yeri konusunda eski ve çağdaş düşünürlerin ortaya koyduğu çeşitli görüşleri dikkate alarak, zihnin, her birinin rolü belirli bir yaş aşamasında diğerinden daha büyük ölçüde öne çıkan üç temel işlevini tanımlayabilirim. Bununla erken çocukluk aşamasını, sosyal entegrasyon aşamasını (çalışma çağının başlangıcını) ve ardından zihinsel bağımsızlık aşamasını kastediyorum.

Bir kişinin kendisini çevreleyen toplumda gördüklerinin veya duyduklarının alıcısı ve tüketicisi olduğu erken çocukluk aşamasıyla başlayacağız. Diyelim ki 12 yaşında bir çocuğa öğretmeni ışığın ve karanlığın aynı anda var olabileceğini, ya da bir kişinin belki aynı yerde hem var hem yok veya aynı anda hem genç hem de yaşlı biri olabileceğini söyledi. Sizce çocuk bu fikri kabul eder ve öğretmeninin sözlerine inanır mı?

Konuyu araştırmak istiyorsanız bu yaştaki bir çocuğa bunu söyleyin ve tepkisini görün. Bu yaşta ve daha küçük birkaç çocuk ile bunu bizzat denedim ve bazıları onlara şaka yaptığımı ya da bir bilmece sorduğumu düşünerek güldüler. Bazıları ise kaşlarını çatarak inanmak ile inanmamak arasında sessiz kaldılar. Burada önemli olan, zıtların mekansal, zamansal ya da nesnel olarak bir araya gelme olasılığına inanan kimseyi bulmamış olmamdır. Bu çocuklara iki zıtlığın buluşmasının imkansız olduğunu kim söyledi? Bahsettiğimiz şeylerin aslında birbirinden ayrı unsurlar değil, zıtlar olduğunu nasıl keşfettiler?

Filozoflar bunu eski çağlardan beri biliyorlar. Modern zamanlardaysa özellikle deneye tabi tutulmamış her türlü bilimi veya rasyonel bilgiyi reddeden deneyciliğin ortaya çıkmasıyla birlikte bu, birçok önde gelen filozofun ilgi odağı olmuştur. Örneğin Immanuel Kant deneycilere karşı çıkarak şöyle der: “Bir deney yaptığınızda, deneyde yer alan unsurlar ve sonucun bütünlüğünü ölçme kriterleri hakkında önceden bilgi sahibi olmanız gerekir.” Peki bu bilgi nereden geldi? Önceki deneylerin sonucu mu? Ancak bu deneyler için de ön bilgi gerekiyordu. Bu durumda, başlamadan bir kısır döngü içinde dönüp dururuz. Bunun sonunda, zihnin herhangi bir deneyden önce, deneylere katılmak da dahil olmak üzere pek çok şeyi gerçekleştirmek için gerekli bazı rasyonel araçlarla donatıldığı hipotezini kabul etmekten kaçış olmadığı ortaya çıkacaktır. Bu araçlar, doğuştan gelen akıl, saf akıl veya ön bilgi olarak bildiğimiz şeylerdir. Özellikle yaşamının erken dönemlerinde kişinin kaynağını veya kurallarını bilmediği, ama onu kendinde bulduğu, kullandığı ve anlamlarına güvendiği sezgi, hayal gücü veya mantıksal tefekkür şeklinde kendini gösterir. Zamanla bu araçlar olgunlaşır ve aklın işleyişinin daha yüksek bir aşaması olan pratik akıl dediğimiz şeye dönüşür. Çocuk gençlik aşamasına doğru ilerledikçe, özellikle de kendisini toplumun geri kalan üyelerine tanıtması gerektiğinde, pratik aklın rolü bilhassa belirgin hale gelir. Önümüzdeki hafta bu konuyu konuşacağız inşaallah.

Sonuç olarak çocukluk döneminde zihin, fikir üreten bir zihin değildir, ama yukarıda verdiğimiz zıtlıklar örneği gibi, şeyleri anlama ve rasyonel olarak imkansız olanı mümkün olandan ayırma yeteneğine sahiptir. Bu yetenek, insanın bilgisiz doğmadığını yani üstadımız İbrahim el-Buleyhi'nin sözlerinden anlaşıldığı gibi bilgisizliğin insanın kökeni olmadığını söylememize imkan tanımaktadır.