2024 yılının tanık olduğu değişim tüm beklentileri aştı. Yaşananlar daha önce gerçekleşmesi onlarca yıl sürecek bir tür siyasi fantezi olarak görülüyordu. Gazze, Lübnan ve Suriye'de yaşanan jeopolitik depremler ve artçı şokların iyi ve kötü sonuçları ne olursa olsun, etkileri bölge ülkelerinin büyük çoğunluğunun siyasi pusulasını belirleyecek.
Aksa Tufanı büyük yankı uyandıran etkileşimlerin kıvılcımı oldu. İsrail'in hırslarını tetikledi. Bunların en önemlisi İran'ın komşu ülkelerdeki nüfuzunu ve kendisine yönelik tehdidini ortadan kaldırmak, devlet dışı milis grupların ve örgütlerin bölgeye dayattığı kuşatmayı yarmaktı. Gazze savaşı Hamas'ı askeri ve siyasi açıdan yok etti. Lübnan Savaşı, Hizbullah'ın askeri gücünü yok etti, onu siyasi açıdan zayıflattı ve Suriye'de Esed rejiminin devrilmesiyle sonuçlandı.
Bu sarsıcı olayların yansımalarının 2025 yılına da eşlik edeceğine ve sonuçlarının Gazze ve Suriye'de siyasi otoriteyi yeniden şekillendirecek yeni güç dengelerine yansıyacağına şüphe yok. Özellikle Gazze'deki durumun çözülmesi, Donald Trump yönetiminin İsrail'i dizginleyip çözüm sürecini başlatmayı başarması ve yeni Suriye’nin, Arap ve uluslararası toplum tarafından kavranması, zor ama imkânsız olmayan bir iş olan Arap ılımlılığına entegre etmek amacıyla kapsanması halinde, bölgede barış ve huzurun önünün açılacağı bir yıl olması muhtemel.
Lübnan'a gelince, yetkililerin ve politikacıların çoğunluğunun yüzeyselliği ve kendi içlerinde ve çevrelerinde meydana gelen değişiklikleri anlayamamaları nedeniyle değişmesi hâlâ zor. Lübnanlı politikacı ve yetkililerin bölgedeki değişiklikleri sanki ülkeleri başka bir gezegendeymiş gibi takip ettiklerini, her zaman olduğu gibi önemli tarihi dönüm noktalarından yararlanamadıklarını görüyoruz.
Hizbullah ile İsrail arasındaki savaşın durdurulmasına ilişkin anlaşmanın üzerinden bir aydan fazla süre geçti ve İsrail'in güneyden çekilmesi, Hizbullah savaşçıları ile silahlarının Litani Nehri'nin güneyinden çekilip, onların yerini Lübnan ordusunun alması için bir aydan az süre kaldı. Bu adımları, anlaşmada belirtildiği gibi 1701 sayılı kararın tüm hükümleriyle birlikte uygulanmasıyla, tüm yasa dışı silahların devlete teslim edilmesi adımı izlemeli.
İsrail ile Hizbullah arasındaki anlaşmanın, Meclis Başkanı sıfatıyla değil, “Hizbullah’ın ana müttefiki” sıfatıyla Nebih Berri aracılığıyla imzalandığını unutmamak gerekiyor. Lübnan hükümeti de anlaşmayı benimsediğinden, anayasal süreç işlemese ve cumhurbaşkanlığı makamı boş olduğu için yetkili makam olan cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasa bile anlaşma artık devleti de bağlıyor.
Ancak bugüne kadar “geçici” hükümet anlaşmanın uygulanması konusunda eğlenmeye, oyalanmaya ve manevra yapmaya devam ediyor. Bunun pek çok belirtisi var; birincisi, Lübnan ordusuna güneyde güvenliği tek silahlı güç olarak devralması, ülkedeki yasadışı silahlara, özellikle de Hizbullah silahlarına el konulmasını yönetmesi yönünde açık ve net bir yetki verilmemesidir. Bugüne kadar Hizbullah’ın tek bir silah deposuna el konulmadı. Lübnan ordusu, kampların dışındaki Filistin askeri merkezlerini dağıtmaya başladı. Ordunun Hizbullah’ın silahına dokunmadan bu adımlarla yetinmesi ve bu durumun Lübnan'ı bir kez daha yenilenen savaşın veya sonuncusu geçen hafta Bekaa Vadisi'nde gerçekleşen İsrail hava saldırılarının insafına bırakmasından korkuluyor.
Hükümetin ciddiyetsizliği, Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım'ın anlaşmanın uygulanmasının Litani’nin güney bölgesiyle sınırlandırılmasına ilişkin sözlerine yanıt verme konusundaki isteksizliğinden de anlaşılıyor. Hükümet, Kasım’ın içeride Hizbullah’ın silahını koruma, direnişin devam ettiğini vurgulayarak “halk, ordu, direniş” üçlemesine bağlı kalma konusundaki ısrarına karşı çıkmaktan da kaçındı. Yine hükümet, Hizbullah’ın bir diğer lideri Mahmud Kamati'nin, Hizbullah’ı devletin bir parçası değil bir ortağı olarak konumlandırarak, Lübnan'ı korumak için Hizbullah’ın silahını kapsayan bir savunma stratejisi geliştirmenin gerekliliği konusundaki sözlerine karşı sessiz kaldı.
Hizbullah’ın, Lübnan yasaları çerçevesi dışında faaliyet gösteren bir oluşum olarak devam eden faaliyetlerini, özellikle de yasa dışı ekonomik ağlarını görmezden gelmeye, Hizbullah’ın kendi çevresinden savaştan etkilenenlere dağıttığı veya dağıtmayı vaat ettiği tazminat paralarının nereden geldiğini sormamaya devam ediyor.
Hükümetin sessizliği, Hizbullah’ın ülke içindeki etkisinin devam ettiğini gösteriyor ve Lübnan devletinin, egemenliği yeniden tesis etmenin kapısını açan anlaşmayı uygulama konusundaki güvenilirliği hakkında çeşitli soruları gündeme getiriyor. Devam eden İsrail hava saldırılarını, sebeplerini ortadan kaldırmadan, silahı yalnızca meşru güçlerle sınırlamadan kınamak, hiçbir işe yaramayacaktır.
İktidarın ve muhalefetin birlikte oynadığı en büyük oyun ise cumhurbaşkanlığı seçimidir. Bu oyun, Temsilciler Meclisi Başkanı Berri görevini yerine getirerek cumhurbaşkanı seçilene kadar açık oturum düzenleme ve anayasayı uygulama sözüne karşılık duyulan minnetle başlıyor, bu makam için Maruniler arasındaki yüzeysel, saçma ve popülist rekabet ile devam ediyor. Hizbullah'a muhalif olanlar, Hizbullah'ı gerçeği inkâr etmekle suçluyorlar ama onlar da onu taklit ederek bu meseleyi, sanki kendi ülkelerinde ve bölgede hiçbir şey olmamış gibi ele alıyorlar. Çevrelerinde yaşanan bu tarihsel değişimlerden yalnızca bazı kişilerin siyasi konumlarına göre cumhurbaşkanı olma şanslarının arttığını veya azaldığını anlıyorlar. Mezhepsel ve kişisel çıkarları aşmadan, gevşek egemenlik başlığına sıkı sıkı tutunuyorlar.
Mevcut varoluşsal riskler, yerel ve mezhepçi siyasetin dar sokaklarının dışından çözümler öneren, krizlerin ve gelecek günlerdeki zorlukların büyüklüğü ile başa çıkabilecek zihinsel bir acil durum gerektiriyor. Söz konusu zorlukların ilki bir çifte trajedidir; İsrail'in güneyi işgal etmesi ve Hizbullah’ın direniş anlatısına dönüşü. Lübnan’ın trajedisi devam ederken herkes eğlenip oyalanıyor.