Mişari Zeydi
Suudi Arabistanlı gazeteci- yazar
TT

Bugün DEAŞ’ın başyazısını okudunuz mu?

DEAŞ’ın ya da kendi tercih ettiği adı ile İslam Devleti’nin resmi sözcüsü olan el-Naba dergisinin son sayısındaki başyazısı, Somali'nin Puntland bölgesinde düzenlediği bir saldırıyı konu alıyordu ve başlığı “Somali, Hicret ve Destek” idi.

Haberlerde bildirildiğine göre saldırıda, hedef alınan askeri üsten 22 kişi hayatını kaybederken, eylemi gerçekleştiren gruptan, 9 intihar bombacısı ya da bu örgütlerin terminolojisine göre “sızmacı” da öldü. Bu dokuzunun aralarında yer aldığı 12 saldırgan, Arap ve Körfez olmak üzere birçok uyruktan.

Bu saldırı öylesine yapılmış bir saldırı ya da ciddi bir bağlamdan yoksun değil. Örgütün Afrika arenasından bazı özelliklerini kamuoyuna duyurmaktan çekinmediği planlarını dikkatle dinlemeliyiz. DEAŞ’ın dergisi el-Naba'nın bu başyazısında, saldırıyı gerçekleştirenlerin kabilelere mensup mücahit savaşçılar oldukları, yani “birkaç ülkeye ait oldukları” belirtildi. Onlar İslam Devleti’nin, beklenen ve vaat edilen Hilafetin evlatları. Daha sonra başyazı örgütü ortadan kaldırmaya yönelik tüm uluslararası ve bölgesel çabalara rağmen hayatta kalmasının ve genişlemesinin nedenlerini de anlatıyor. Yazıda, “küfür güçlerinin Habeşistan topraklarında sahip olduğu desteği kesmeye yönelik tüm çabalarına rağmen” DEAŞ’ın Batı ve Orta Afrika'yı işgal etmeyi ve şimdi de Yemen ve Kızıldeniz yakınındaki Somali ile Doğu Afrika’ya uzanmaya başardığı belirtildi.

Kim bu yeni askerler?

El-Naba'nın başyazısı şöyle yanıtlıyor: “Onlar cihat döngüsünün bir devamı. Onlar Hicret'in ve daha önce Irak'ta engellemeye çalıştıkları ancak Şam’da onları gafil avlayan İslam Devleti’nin çocukları. Bu nedenle ona karşı ittifak kurdular ama o onları Horasan’da gafil avladı. Ona karşı güçlerini birleştirdiler ama o yine Sahel’de ve Batı Afrika'da onları gafil avladı.”

Onlar “Muhacirler ve Ensarlardır, onlar İslam devletinin bitkileridir, çatışma muhacirleridir.”

DEAŞ, başta Mağrip ve Arap Yarımadası olmak üzere, Arap ülkeleri de dahil sınır dışı edildiği her yere dönmekten vazgeçmediğini ve durmayacağını açıkça beyan ediyor.

Dolayısıyla onun bu kararlılığı söz konusu tehlike ile proaktif bir şekilde yüzleşmeyi gerektiriyor.  İşin ABC'sinin bir parçası olduğu için güvenlik ve istihbarat yönlerinden bahsetmeyeceğim. Daha ziyade siyasi ve fikri yönlerden, medya ve ötesinden bahsediyorum.

Bu dünyaların “ciddi” araştırmacıları, takipçileri ve gözlemcileri bu konuda liderlik etmeliler. Onların dinlenmesi gerekiyor. Onların ulaştıkları tüm sonuçların mutlaka benimsenmesi gerekmiyor, ancak ciddiyetle ele alınmalı. ABD'nin Afganistan’dan utanç verici geri çekilişinden ve ardından ülkenin Taliban'ın eline geçmesinden önce, buna karşı uyarıda bulunan, gözlemleyen ve işaretlerini takip eden araştırmalar, çalışmalar ve sesler vardı ama kimse onları dinlemedi.

Uzun bir konu olan Irak ve Suriye bir yana, bugün Afrika Boynuzu ve Yemen'de el-Kaide'nin de DEAŞ’ın da yeniden faaliyete geçmesine yönelik ciddi çaba ve faaliyetlere ilişkin uyarılar ve takip çalışmaları yapılıyor. Peki, bu kez söz konusu seslere kulak veren ve onlardan yıllarca süren takip, analiz ve izleme çabalarının sonuçlarını öğrenmek isteyen olacak mı? Yoksa herkes yine büyük olaylar karşısında şaşkın ve hayrete kapılmış bir şekilde mi davranacak? Hızlı olmayan, aksine yeterince zaman alan hazırlık ve planlamanın sonucu olan eylemlere hızlı bir karşılık verebilecek mi? Eski bilgelerimizin dediği gibi, bir dirhem tedbir bir kantar ilaca bedeldir.