Burada sayamayacağımız tarihi koşullar, Suriye vatanseverliğini bastırmış ve onu bir ikilik arasına yerleştirmişti. Nitekim “Arapçılığın atan kalbi” olan Suriye, meşhur Baas diliyle “bir ülke” haline geldi. Daha fazla ve daha azın bu birleşimi, vatan inşasının zorluklarını açığa vuruyordu.
Gerçek şu ki, Baasçıların ve Esedçilerin geniş çapta yaptıklarının, kendilerinden önceki bir tarihte, birçok olay ve gelişmenin somutlaştırdığı öncülleri vardı.
Arka planda Maşrık (Levant) bölgesi bir bütün olarak bir yön oluşturmuş ve bir yönü karşılamıştı ve birbirini takip eden bu iki yön yıkıcıydı. Birinci yön, radikallerin ve subayların öncülüğünde, anavatan sevgisine dayanan ve Osmanlı birliğine karşı çıkan kültürel Arapçılıktan, Sykes-Picot ürünü olduğu için anavatanlardan nefret etmeye dayanan siyasi ve militan bir Arapçılığa geçiş yapmaktı. İkincisi ise vatanseverliğin “anti-emperyalizm” ve Sovyetler Birliği'nin arkasında yer almakla sınırlı olduğu fikrini yaygınlaştıran Soğuk Savaş ile birlikte geldi.
Birkaç yıllık yönetimleri sırasında parlamentonun bazı ileri gelenleri tarafından bir Suriye vatanseverliği netleştirmeye yönelik birkaç girişimde bulunulmasına rağmen, Suriye'nin Suriye'den arındırılması yaygınlığını korudu.
1961'in “ayrılıkçıları” birlik devletinden bağımsızlıklarını elde etmelerinden utanç duyduklarında, sanki Suriye’yi Arapçılığın arkasına saklanmaya iter gibi cumhuriyetlerinin adını Suriye Arap Cumhuriyeti koydular.
Bundan önce Fransızlara karşı bağımsızlık mücadelesi, Suriye için vatansever bir hedef olmadan önce, Arapçılığın milli bir hedefi olarak sunuluyordu. Ülkeyi “Arapçılık aslanının ini” olarak tasvir eden milli marşta ise “el-Velid” (Halid) ve “el-Reşid” (Harun) anılıyor ve modern Suriye olarak bilinen coğrafi bölgede doğan tek bir tarihi sembolden bahsedilmiyordu. 1946 yılında Fransız kuvvetlerinin çekilmesiyle birlikte dönemin Cumhurbaşkanı Şükrü el-Kuvvetli, vaat edilen Arap devletinin bayrağına eğileceği günü bekleyerek ülkesinin bayrağı önünde eğildiğini duyuruyordu. Dolayısıyla doğum olayı, doğanın geçici ve gidici olduğunun duyurulması ile ilişkilendirildi ve bu, doğum günlerinde pek rastlanan bir durum değildi. Ancak 1950'lerde Suriyeliler kendilerini zayıf gördüklerinde ve diğerleri de onları zayıf gördüklerinde, ülkeleri Mısır-Irak çatışmasının arenası haline geldiğinde, tarihte benzeri görülmemiş çözüm, subayların Suriye'yi Nasır'ın Mısır'ına hediye ederek Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurmaya yönelmeleri oldu.
Baasçıların ve Esedçilerin bu öncüllere kattıkları çoktur ve son derece zararlıdır. Suriye onların elinde tamamen stratejik bir fonksiyona dönüştü; içeriden ancak baskıyla, komşularıyla ilişkileri ise sadece saldırganlıkla yönetilebiliyordu. Devlet baskının aracı, ayrımcılığın süzgeci haline getirildiği için, yerel bağlılıkların gücü arttı ve bu aynı zamanda mevcut az miktardaki Suriye vatanseverliğini soğurma işini de halletti. Daha sonra, 1980'lerden itibaren, İslamcıların Esedizm'e karşı en önde gelen muhalif taraf haline gelmesiyle birlikte, Suriye’nin daha hayali ve eski olan Arap Milleti içinde yok olmasına, hayali İslam Ümmeti’nde yok olması da eklendi.
Nedensel olabilir de olmayabilir de, ama Suriye vatanseverliğinin zayıflatılmasına, en azından 1958'deki birlik ve ardından Baas rejiminden itibaren, 1966-1970 döneminde gücünün zirvesine ulaşan güçlü bir ideoloji eşlik etti. Bu, güçlü lider Hafız Esed'in 1970 yılından itibaren ülkeyi yönetmesinden önceydi.
Oğlu Beşşar ise kişiliğiyle, davranışlarıyla, kanlılığıyla Suriye vatanseverliğinin yokluğu ve ardından Suriyelilerin gölgede kalması sürecinin en önemli zayıf meyvesiydi. Önceki 1958-1961 dönemlerinin aksine, 1963'ten itibaren ve uzun çöküş sürecinin bir sonucu olarak, heybe güçlü doktrinlerden ve güçlü liderlerden tamamen boşaldı. Vatanseverliğin geleneksel zayıflığı, herhangi bir dayanak, argüman veya telafi olmaksızın yalın bir şekilde temsil edildi. Beşşar'ın somutlaştırdığı bu sıfır toplamlı son, içi boş dünyasının çöküşünün bazı nedenlerini açıklıyor olabilir. Buna eşlik eden diğer zayıf meyvelerden biri de ülkenin çeşitli işgallere tabi olmasıydı. Hapishanelerin mezbahalara ve toplu mezarlara dönüşmesiydi. On binlerce sakinin yok olmasıydı. Suriyelilerin yüzde 90'ının yoksulluk sınırının altına düşmesiydi. Suriye'nin, boyun eğdirilmek veya Captagon ile işgal edilmek istenen kardeşleri ile ilişkilerinin korkunç bir biçimde bozulmasıydı. Suriye’nin yöneticilerinin çeşitli şekillerde benimsediği kararlılık ve direniş ideolojisine gelince, bu ideoloji otoritenin skandal niteliğinde çöküşüyle, hava sahası ve kıyıların kontrolüyle, askeri altyapının tahrip edilmesiyle sonuçlandı. Rejimin kültürünün en büyük yenilgisi ise, Suriyeliler arasında tam bir kopuşun ortaya çıkması ve bölgesel çatışma iştahının onlara trajediden başka bir şey getirmemesi oldu.
Başka bir deyişle, Suriye milliyetçiliğinin bastırılmasının ilk aşaması yozlaşmış ama güçlü bir lider veya ideoloji ile bağlantılı iken, ikinci aşamasını kapsamlı bir iflas oluşturdu.
Bugün bazıları, Beşşar’ın sıfır toplamlı sonuna devrik liderin sahip olmadığı güçlü lider ve güçlü doktrin aracılığıyla karşılık vermeyi cazip bulabilir. Ancak bu, nedene değil, sonuca ve aşınma, yıpranma anına, düşüşünün o ana kadar yol açtığı tüm bağlama değil, sonuca bir yanıt olacaktır. Gerçek tepki ve geçiş ancak Suriye'yi, Suriyelileri eşitleyen, özgünlüklerini tanıyan ve kim olursa olsun güçlü bir ideoloji veya lider üretmeyen bir anavatan olarak yeniden kurmakla mümkün olabilir.
Suriye vatanseverliği bu iki tehlikeye ve son bölümlerinde yer alan Beşşar doktrininin boşluğuna karşı tek panzehirdir. Suriyelilere güven veren ve arayışlarına rehberlik etmeyi hak eden tek şey odur.