Aslanlar aynı değildir, tilkiler de öyle. Kelile ve Dimne'nin aslanı ‘kendi fikrine hayran ve arkadaşlarından hiçbirinin fikrini almayan bir zorbaydı.’ Tilki Dimne, ‘dostu memnun etmek ve düşmanı kızdırmak’ için sultana yaklaşmaya can atıyordu. Diğer masal olan el-Esed ve’l-Gavvas’ın aslanı ise ‘krallığında iyi ve tebaasında övgüye değer’ biriydi. El-Gavvas lakaplı tilki de krala yakın olmayı amaçlıyordu: “Çünkü kralın iyiliği, krallığının ve tebaasının iyiliğidir. Krallığın ve tebaanın iyiliği, danışmanın bir parçası olduğu bütünün iyiliğidir; ona zarar veren şey ona zararlıdır ve ona fayda sağlayan şey ona faydalıdır!”
Esed’in Suriye'si, özellikle de son yıllarında ne bir devlet ne de bir yarı-devletti. Zaten böyle olsaydı nüfusunun yarısı ülkeyi terk etmez ya da yerinden edilmezdi. Beşşar Esed'i dinlerdiniz ve onun biraz önce uykusundan uyanan bir filozof olduğunu ve Yusuf'un kanından gelen kurt kadar masum olduğunu düşünürdünüz (!). Sahada ise durum tamamen farklıydı; hapishaneler, yerinden edilmeler, suikastlar, baskılar ve kimyasal silahlar… Beşşar aslanlara benzemeyen bir aslandı ve kardeşi Mahir de dahil olmak üzere kurtları ve tilkileri her zamanki uysal hayvanlar değildi. Şayet öyle olsalardı hapishanelerde öldürme, işkence yapma ve Captagon kaçakçılığıyla uğraşmazlardı.
Eskiden sistematik dediğimiz ama belki de tam tersi olan bu yıkımdan sonra yeniyi karşılama görevi ne kadar zor. Düşünün ki kaçmadan önce, silahsız ve savunmasız bir halka karşı on dört yıl boyunca kendi liderlikleri altında savaşan orduyu yok etmeyi düşündüler!
Bugün Suriye'deki durumun algılanışında büyük bir bölünme var; daha ileri adımlar atılana kadar durumu gayrimeşru görenler mevcut. Laik bir sivil devletin özelliklerinin ve azınlıkların korunması, kadın özgürlüklerinin ve haklarının garanti altına alınması, Esed rejiminin güpegündüz şebbiha olarak bile istihdam etmek için kurumlar uydurduğu on binlerce insana iş sağlanması gibi diğer özelliklerin tam olarak gerçekleştirilmesini talep edenler var! Ahmed eş-Şera'nın askeri yönetimi onları başka bir mantıkla karşıladı: Kıtlığı gidermek, ekonomik durumu iyileştirmek ve yeniden yapılanma için Araplara ve yabancılara ulaşmak. Üç ya da dört yıl içinde bir anayasa oluşturulacak ve seçimler yapılacak. Bu arada yeni ordu kurulacak!
Yeni gelen biri böyle mi karşılanır? Uyarıcıların çağrılarını abartılı ve belki de kötü niyetli olarak değerlendirirsek, yıllardır kuşatma altında olan İdlib'in siperlerinden çıkan bakanlar, üst düzey yetkililer ve cesur subaylar hakkında ne söyleyebiliriz? İdlib ve kırsalını yönetmek için uygun olanın geçici olarak bile olsa Şam, Halep, Hama ve Humus için uygun olup olmadığını söyleyebilir miyiz? Neredeyse tüm Araplar ve hatta daha önce yaptırım uygulayan uluslararası güçler, Suriye'ye kucak açmakta ve yardım teklif etmekte gecikmedi. Tek istedikleri Suriye'nin güvenliği, toprak bütünlüğü ve teröristlerden, militanlardan ve çeşitli uluslardan, devletlerden ve bölgelerden gelen müdahalecilerden kurtulmasıydı. Bu hızlı karşılama, 2011'den sonra Suriye'deki durumdan ve Suriye halkının ülke içinde ve dışında parçalanmasından herkesin çektiği acılardan kaynaklanıyor. ABD ve Rus birliklerinin yanı sıra, aralarında Heyetu Tahriru’ş-Şam'ın (HTŞ) da bulunduğu terör örgütleri ve öncesinde müttefikleri Beşşar'ı korumak, Ehl-i Beyt türbelerini muhafaza etmek ve ardından demografiyi değiştirerek Suriye'de ölümsüzlüğe ulaşmak isteyen İran'ın milisleri vardı! Ordusuyla gelen, milisler kuran ve sadece Türkiye'ye karşı savaşmak için sızan PKK militanlarını ortadan kaldırmak istediklerini iddia eden Türkleri de unutmamak gerek!
Tüm bu ülkeler ve milisler Suriye savaşının ve Suriye'nin bölünmüşlüğünün tadını çıkarıyor, Beşşar rejiminin halkının isyanına karşı kendilerine olan ihtiyacı üzerine bahis oynuyorlardı. Beşşar'ın tek bir taş bile atmadığı İsrail de dahil olmak üzere, 5 yıldan fazla bir süredir İranlıları takip etme bahanesiyle Suriye'nin içlerine saldırıyorlardı!
Yeni rejim, müzakere ya da başka yollarla hepsini Suriye'den çıkarmaya ve Suriye topraklarının birliğini yeniden tesis etmeye çalışmalıdır. Ancak hiçbiri gitmek istemiyor ve milisleriyle birlikte ortadan kaybolan İranlılar bile şimdi 130 bin kişiyi eğittiklerini ve onları yeni otoriteye karşı savaşmaya itmek istediklerini söylüyorlar!
Buna, geri dönmek isteseler bile her şeyden yoksun olan on milyon veya daha fazla yerinden edilmiş Suriyelinin yükünü de eklersek, önceliklerin boyutunu ve karmaşıklığını fark ederiz. Sadece on dört yıl önce değil, 1982'den bu yana kurbanların ailelerini de ilgilendiren geçiş dönemi adaleti meselelerini henüz ele almış değiliz.
Herkes yeni hakkında konuşabilir, ancak en önemli şey onu karşılama becerisidir!