Amerikalı ünlü tarihçi Howard Zinn, “Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi” adlı ansiklopedisinde, “açık kader” ifadesini ilk kullanan kişinin diplomat John Lewis O’Sullivan (1813-1895) olduğunu söyler. Bu ifade, ABD'nin dünyaya medeniyet ve erdeme ulaşmakta öncülük etmek dışında seçeneğinin olmadığı, bunun kaçamayacağı bir kader olduğu anlamına geliyor.
Amerikalılar bu kavramı, Başkan Donald Trump'ın pazartesi öğleden sonraki yemin töreni konuşmasıyla bir kez daha hatırladı. Trump “yozlaşmış ve radikal” olarak tanımladığı eski Amerikan hükümet elitlerinin üzerinden atlayacak “altın çağ” olarak adlandırdığı dönem yoluyla, dönüp yeniden dünyaya doğması gereken “istisnai ABD” üzerinde defalarca durdu.
Siyasi konuşmalar uzmanı Jennifer Mirska, Trump'ın konuşmasının antik Roma'daki muzaffer bir generalin konuşmasına benzediğini söyledi. O günün öğle sonrasında görünürde eksik kalan tek şey belki de Amerikan bayrağının dikilmesi ve Washington'a bir fatih gibi girmesiydi.
İkinci yemin töreni konuşması birden fazla okuma gerektiriyor, ancak Trump'ın zaferiyle övünme ve onu dillendirme hakkı var. Çünkü yakın gelecekte ve son birkaç on yılda hiçbir başkan adayı Trump kadar kitleleri kendisine çekemedi. Bu da ona deyim yerindeyse büyük bir zafer kazandırdı.
Obamaizm ve söylemleri, ABD'de koşulların önemli bir bölümünün kötüleşmesinin temel nedeni miydi? Kitlelerin Trump'ı ve onun ivmesini takip etmesini, onun da bunu birlikte rotayı ve gidişatı düzeltme yetkisi olarak görmesini haklı kılan bu muydu?
Trump, milyonlarca Amerikalıya kendini eşsiz bir kurtarıcı olarak sunmayı başardı ve bu sayede ABD'nin yedi kritik eyaletinde bile kazanabildi. Ancak cevabı zaman alacak soru şudur: Bu büyük zafer, Trump'ın Amerikan gerilemesini durdurma çabası kapsamında kullandığı emperyal dili, devrim ve değişim söylemlerini haklı çıkarır mı?
Trump'ın biyografisini yazan Tim O'Brien'ı okuyanlar, Beyaz Saray'ın yeni sakininin ilgi görme ve aynı şekilde kendini kanıtlama ihtiyacının sonsuza kadar tatmin edilemeyeceğini biliyorlar.
Yetmiş sekiz yaşında ve saldırılar, hedef almalar, yargılamalar, suçlamalar ile iki suikast girişimiyle dolu uzun bir siyasi mücadelenin ardından, ikinci yemin töreni konuşmasının “Amerikan katliamı” yani birinci dönemindeki yemin töreni konuşmasıyla aynı olduğunu, hatta daha da öfkeli olduğunu söylemek abartı olmaz. Hatta bazı önde gelen Amerikan siyasi analistleri bunun bir tutuklama emrine yakın ve çok benzer olduğunu söylediler. Öyle ki, neredeyse Amerikan halkına haksızlık yapanların cehenneme atılacaklarını söyleyecekti.
Suikast girişimini gerçekten gökten gelen bir işaret olarak pazarlamayı başaran Trump, bir kez daha dönüp dinsel tutkularla dolu ABD telinden çalıyor gibi görünüyor. Bu da insanları din ile sekülerlik arasındaki sınırları sorgulamaya iterken, ABD’nin bir kez daha Püritenler dönemine dönüp dönmeyeceği sorusunu akıllara getiriyor.
Trump’ın konuşmasında, kökeni 17. yüzyıl ortalarına dayanan “Tepedeki Şehir” fikriyle bağlantılı olan Amerikan istisnacılığını tamamlayan ve bütünleyen bir kısım da eksik değildi. Bu terim, İngiltere'den ABD'ye göç eden ilk büyük dalgaya öncülük eden, 1630 yılında Massachusetts Körfezi Kolonisi'nin kuruluşunda öncü bir isim olan İngiliz hukukçu ve ilahiyatçı John Winthrop (1587-1649) tarafından ortaya atılmıştı.
Buradaki üstünlüğü Trump, Amerikan ordusunun dünyadaki hiçbir güçle kıyaslanamayacak kadar üstün bir güce sahip olduğunu vurgulayarak dillendirdi.
Ancak Trump'ın konuşmasında bu sefer ilginç olan nokta, ABD ordusunun misyonunun sadece ABD'nin düşmanlarını yenmekle ilgili olduğunu, ABD’nin gerçek gücünün girdiği savaşlarla değil, sonlandırdığı savaşlarla ölçüleceğini vurgulamasıydı. Bu, kendisinin barış elçisi olma arzusunu gösteren niteliksel ve niceliksel bir değişim.
Trump'ın bundan sonraki savaşlarının Amerikan toprakları dışında değil, büyük ihtimalle içinde olacağı çok açık. İçerideki savaşları ise göç ve göçmenler, enerji ve iklim, fiyatlar ve enflasyon ile Amerikalıların yaşam standardının iyileştirilmesi etrafında dönecek. Kızılderili topraklarında yaşayan arınmış erken dönem Avrupalı sömürgecilerin pek de aşina olmadıkları, transseksüellik ve onunla ilişkili konuların temsil ettiği ahlaki çöküş hali ile mücadelesi ve buna yönelik girişimleri de bu savaşa ekleniyor.
Joe Biden, veda konuşmasında, Eisenhower’ın 1961'deki veda konuşmasında kendisine karşı uyardığı Amerikan askeri-endüstriyel kompleksinin artık nesnel karşılığı haline gelen “teknolojik endüstriyel kompleks” konusunda uyarıda bulunurken haklı mıydı?
Katılımcılara kısaca bir göz atıp aralarında Elon Musk, Mark Zuckerberg ve Jeff Bezos gibi zengin ve güçlü adamların yanı sıra Google ve Apple'ın adamlarını da gördüğümüzde, Amerikan oligarşisinin yolda olduğu kesinleşiyor.
20 Ocak, Trump'ın söz verdiği gibi ABD’nin yeni kurtuluş günü olacak mı?