ABD'de Donald Trump'ın ikinci dönem başkanlığıyla birlikte küresel düzen yeni bir döneme girerken, Avrupa'da ve NATO'nun hedeflerinde geniş çaplı jeopolitik değişimlere tanık olduk. Dünyada ABD, Rusya ve Çin’in başını çektiği üç bloğun oluşacağı bir döneme de girebiliriz, ancak uluslararası alanda kaos ve çatışmalar yaşanabilir. Dünyanın her bölgesi sarsılarak yeni güç yapılanmasına uyum sağlayacaktır.
Hiç kimse Başkan Trump'ın yeni dünya düzeninin duvarında böylesine büyük bir gedik açacağını ya da dünyada, özellikle Avrupa'da bu kadar stratejik değişimlere yol açacağını tahmin edemezdi. Öyle ki Avrupalı liderler yoğun bir varoluşsal korku hissetmeye başladılar. Nitekim bugün, Amerikan dostluğunu sürdürme gerekliliğinin örsü ile Avrupa'nın stratejik askeri bağımsızlığının çekici arasında yaşıyorlar.
Avrupa yeni bir gerçeğe uyandı; eski ABD Başkanı Biden, Ukrayna'ya maddi bir karşılık beklemeden cömertçe ve büyük bir istekle silah ve teçhizat gönderiyordu. Avrupa'daki müttefiklerine NATO'nun Amerikan istihbaratı tarafından korunan ve son Amerikan askeri icatlarıyla desteklenen askeri bir şemsiye olduğunu garanti ediyordu.
Avrupalılar bu sayede kendilerini güvende hissediyorlardı ne çaresizdiler ne de korkuyorlardı. Ancak ABD Başkanı Trump ile her şey değişti. Avrupalılar kendilerini Beyaz Saray tahtında oturan, tüm yürütme yetkisini elinde tutan biriyle karşı karşıya buldular. Hiçbir şey yapmayan Demokratların tuhaf ve eşi benzeri görülmemiş sessizliği ortasında, her gün Amerikan tarihindeki güçler ayrılığı literatürünü hiçe sayarak imzaladığı kararlarla karşımıza çıkıyor. Karşılarında zeki, pazarlık yeteneği olan, sonuçlardan korkmayan bir iş adamı buldular. Avrupa'nın silahlanmasına ve savunmasına yaptığı yetersiz katkıya, sanki ABD onun uluslar arasındaki varlığının koruyucusuymuş gibi bakıp eleştiriyor. Ukraynalıları disipline etme ve ehlileştirme sürecini de başlattı. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ile ABD Başkanı Trump arasında Beyaz Saray'da yaşanan ve uluslararası medyanın da canlı aktardığı, benzeri görülmemiş ağız dalaşı, birçok ülkede, özellikle de Avrupalı müttefiklerinde şaşkınlık ve paniğe neden oldu. Washington, Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin tutumunu derhal değiştirerek, Kiev'e askeri yardımı ve istihbarat paylaşımını dondurdu. Bu gece henüz bitmeden, Avrupa Birliği'nin bir kanadı olan Almanya'nın iç siyasette sıkıntılarla boğuşması nedeniyle diğer kanadı Fransa'nın öncülüğünde, ardı ardına Avrupalı liderlerin toplantıları başladı. Sonuç olarak AB liderleri, Avrupa'nın yeniden silahlandırılması için yaklaşık 800 milyar avroluk bir bütçe ayırmayı öngören bir plan üzerinde anlaştılar. Bunun önemli bir kısmı da elbette Amerikan silahlarının satın alınmasına ayrılacak, çünkü sorun Avrupalı vergi mükelleflerinin gönülsüzce vereceği paralarla bir maddi kaynak bulmak değil, üretim kapasitesiyle ilgili. Avrupa büyük ölçekte silah üretemez; silah fabrikaları, Amerikan, Rus ve Çin'dekilerle karşılaştırıldığında oldukça az, artan taleple baş edebilmek için yeni tesislerin kurulması, tedarik zincirlerinin geliştirilmesi ve hammadde üretimine ihtiyaç duyuluyor. Ukraynalılar da eski Biden yönetiminin Ukraynalılara yaptığı askeri harcamaları karşılamak için ABD'nin Ukrayna'daki nadir toprak elementlerini kullanmasına izin verecekler.
Alman Kiel Enstitüsü'ne göre, 2022-2024 yılları arasında Ukrayna'ya yapılan askeri yardımın neredeyse yarısını tek başına Washington sağladı. Bugünün kazananı Başkan Trump'ın ABD'si olurken, en büyük kaybeden ise Ukrayna ve Avrupa oldu. Bu denklem uzun süre devam edecek, çünkü Avrupa tüm parasını silahlanmaya harcasa bile, ABD ve onun silahları, istihbaratı, casus uyduları ve gözetleme sistemleri, hegemonyası, NATO ve dünyadaki merkezi ve jandarma rolü olmadan yapamaz.
Avrupalı müttefikleri endişelendiren bir diğer sorun ise dünyanın daha önce hiç olmadığı kadar bilinmezlik, tedirginlik, muğlaklık ve belirsizlik dönemine girmiş olması. Başkan Trump'ın her gece yüreğinde ne gizlediğini ve kendilerine göstermediğini bilmiyorlar. O her defasında daha fazlasını istiyor, çünkü güçlü, ayrıca diplomatik, ekonomik, ticari örf ve adetlere de aldırış etmiyor. Önce ABD ilkesini kutsallaştırıyor ve ülkelerin alıştığı, teorisyenlerin onlarca yıldır öngördüğü küresel düzeni değiştirmek istiyor. Benzeri görülmemiş ve art arda kararlar alıyor. Bu konuda ABD Başkanı'nın 40 günde 79 başkanlık kararnamesi yayınladığını, bunun da Biden'ın Beyaz Saray'daki ilk yılında yayınladığı kararnamelerin toplam sayısına eşit olduğunu hatırlatmak yeterli olacaktır. Bütün bunlar, “Amerikan rüyasını canlandırma” temeline dayanan Trumpçı Amerikan doktrini ve bu doktrinin izlediği katı göç politikaları çerçevesinde gerçekleşiyor. Diğer yandan ekonomik politika ise Kanada, Meksika ve Avrupa Birliği gibi ülkelere gümrük vergisi uygulanmasına dayanıyor. Bunlar hep birlikte küresel düzeni değiştiriyor, piyasaları ve borsaları istikrarsızlaştırıyor, işçileri işten çıkarıyor ve bu ülkelerdeki iktidar partilerinin geleceğini etkiliyorlar.