ABD Başkanı Donald Trump'ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un Amerikalı televizyon sunucusu Tucker Carlson’a verdiği röportaj, Arap izleyicilere ve bölgedeki karar vericilere ABD diplomasisinin perde arkasına dair nadir bir pencere açtı. Bu pencere, Washington'un Ortadoğu'ya yönelik mevcut politikalarını ve bunların Trump döneminde Amerikan siyasi düşüncesinde ortaya koyduğu temel değişimi anlamamıza katkıda bulunabilir.
Witkoff'un pozisyonları, Trump Beyaz Sarayı'nın “işlemsel gerçekçilik” olarak tanımlanabilecek yaklaşımını teyit ediyor. Bu da siyasi ve ekonomik konularda açık güç kullanımı ile pratik müzakereyi birleştirerek, somut ve anında sonuç elde etmeyi amaçlayan bir yaklaşım.
Bu yaklaşım, demokrasiyi teşvik etme, ideolojik girişim veya ABD diplomatik kurumunun kurallarına ve geleneklerine uyma gibi önceki ABD dış politika geleneklerinin bilinçli bir şekilde terk edilmesini içeriyor. Trump'ın davranış ve söylemine dayanan entelektüel ve teorik araçlardan yoksun olsa bile, bir nevi “yeni Kissingerizm” olarak tanımlanabilir. Ancak Trump, Witkoff aracılığıyla Ortadoğu için “ekonomi ve güvenlik yoluyla istikrar”a dayalı bir vizyon sunuyor ve geleneksel “iki devletli çözüm” veya “barış süreci” kavramlarını açıkça dışlıyor. İbrahim Anlaşmaları ve bunları takip edebilecek başkalarına dayanan İsrail ile Arap ülkeleri arasında ekonomik ve güvenlik entegrasyonu, ona göre, uzun zamandır “iki devletli çözüm” gibi soyut kavramlar tarafından yönlendirilen Amerikan ve Arap siyasi söylemine gerçekçi bir alternatif.
Röportajda Witkoff'un parçalı bir ekonomik veya güvenlik vizyonu sunmadığı açıkça görülüyor. Aksine, Filistin-İsrail ihtilafını yeniden tanımlayarak, bunu varoluşsal bir politik çatışmadan, çerçevesi içinde İsrail’in artık sadece bir hasım değil, vazgeçilmez ortak haline geldiği kapsamlı bir ekonomik ve güvenlik projesine dönüştürerek, bölgesel oyunun yapısını kökten değiştirmeyi amaçlıyor.
Bu yaklaşım, Araplara ve onların çıkarlarına yönelik özel bir Amerikan düşmanlığını yansıtmıyor. Aksine bu, Trump’ın, Amerikan diplomasisinin krizleri yönetmede alışkın olduğu ve sadece zaman ve emek israfına yol açtığını düşündüğü tüm geleneksel kuralları hiçe sayarak, dünyadaki krizlere yaklaşma yöntemidir. Trump'ın yönteminin, krizlerin dipnotlarına veya yan dallarına takılıp kalmaya tahammülü yok, bunun yerine, geleneksel diplomatik bürokrasiyi atlayarak, çatışmaların kökenindeki temel unsurları ele almak için doğrudan dalmayı tercih ediyor.
Yarı çözümler, kırılgan müzakereler, mevcut haliyle Hamas başta olmak üzere patlama unsurlarının varlığını sürdürmesini istemiyor. Witkoff'a göre Trump, krizin temel nedenlerine açıkça değinmeyen hiçbir eylem tarzına ilgi duymuyor ve bunu kendi şartlarına göre gerçekleştirmek için her türlü yolu denemeye hazır. Witkoff’un kendisi bunu açıkça söylüyor: “Hamas ideolojik değişime direnen bir durum değil ve çatışma, örgütün askeri yeteneklerinin ortadan kaldırılması ile sonuçlanacaksa, diyalog ve müzakere yoluyla sona erdirilebilir.”
Bu yaklaşım, Washington'un Rusya'nın işgali altındaki Ukrayna bölgeleri konusundaki tutumunda en açık haliyle beliriyor. Witkoff, bu konuyu herkesin yüzleşmekten kaçındığı yahut artık var olmayan hayali sabitelerden yola çıkarak tartıştığı “odadaki fil” olarak niteledi. ABD Özel Temsilcisi, Avrupalıların gizlice tartıştığı ve “Kıbrıs modeli” adını verdikleri formüle benzer bir biçimde, Rusya'nın bu bölgeler üzerindeki kontrolünün fiili olarak tanınmasına açık olduklarını dile getirdi. Bu formül, Ankara'nın Kuzey Kıbrıs üzerindeki egemenliğini veya Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bağımsız bir devlet olarak egemenliğini tanımadan, çatışmanın dondurulması ve askıya alınması karşılığında, Türkiye'nin KKTC üzerindeki kontrolünü gerçekçi bir şekilde kabul etmeye dayanıyor.
Witkoff ayrıca Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i övüyor ve Trump'ın Ukrayna'daki ihtilafın çözülmesi halinde Rusya ile çatışmadan iş birliğine geçmeye istekli olduğunu belirtiyor. Bu ifadeler Trump'ın dış politikada, ABD'nin geleneksel ideolojik ideallerinden uzak, anlık çıkarlara ve pratik müzakerelere dayalı gerçekçi bir yaklaşım benimsediğini açıkça ortaya koyuyor.
Witkoff, İran konusuna ilişkin olarak Trump'ın İran liderliğine gönderdiği son mektubun, Washington ile Tahran arasındaki ilişkilerde köklü bir değişimin yaşanabileceğine işaret ettiğini söyledi. Bu dönüşüm, açık ama zor bir denkleme dayanıyor; “nükleer programdan açıkça vazgeçilmesi karşılığında ekonomik teşvikler”. Bu denkleminin açık ve net olduğu, Tahran'a Trump'ın ne istediğini ve onunla ilişkilerdeki uygun yöntemi anlama fırsatı tanıdığı doğru. Ancak aynı zamanda Hamaney için büyük bir manevi meydan okumayı da beraberinde getiriyor; açıkça güç kullanmakla tehdit eden ABD ile önceden hiçbir taviz veya garanti vermeden, müzakere masasına oturmayı kabul etmek.
Witkoff'un sözlerinin ve yaptığı uzun röportajın önemi, Trump döneminin temel bir özelliğini yansıtmasından kaynaklanıyor. O da “kişisel diplomasiye” ve bunun karar alma dinamiklerindeki temel rolüne açıkça güvenmesi. Trump, doğrudan, kesin ve kararlı bir karar alıcı olup, kendisi adına doğrudan müzakere edenlere tam ve açık destek veriyor. ABD'nin müzakerelerdeki tutumunun bu kadar güçlü ve net olmasının açıklaması budur.
Witkoff'un Carlson’a verdiği röportaj, Amerikan politikasında ve bu politikanın kendisi ve başkaları hakkındaki farkındalığında yaşanan derin değişimleri ortaya koyuyor. Bu durum, Ortadoğu'daki karar alıcıların, açıklanmış prensiplerin yerini açık ve doğrudan anlaşmaların, her türlü ideolojik örtüden uzak belirgin çıkarların almaya başladığı yeni ABD ile başa çıkma yöntemlerini derinlemesine gözden geçirmelerini gerektiriyor. Dolayısıyla dünyanın artık çok hızlı bir şekilde biçimlenmesi, bölgeyi, bu yeni dönemin barındırdığı fırsat ve risklerin en üst düzeyde bilincinde olarak yeni gerçekliğe hazırlanma gerekliliğiyle karşı karşıya bırakıyor.