İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

İlk yüz günden önce yeni ABD

Amerika Birleşik Devletleri'nde yönetiminin gidişatını değerlendirmek, içerideki yönetim anlayışını, dış politikalarının çehresini ve karakteristik özelliklerini bilmek için yeni başkana, 100 gün süre verilmesi adettendir. Ne var ki Trump'ın ikinci dönemindeki düşünce tarzının, federal bürokrasinin boyutunu küçülterek “Yeni Düzen”e karşı bir darbe yapmak gibi göründüğünü fark etmek için 100 günün geçmesine gerek yok. Buradaki Yeni Düzen ifadesi Amerikalı tarihçi Neil Ferguson'a aittir.  Yeni Düzen nedir ve bu bağlamda ne anlama geliyor?  Yeni Düzen kısaca, Başkan Franklin Roosevelt tarafından 1933-1936 yılları arasında Büyük Buhran ile mücadele için başlatılan ve bir dizi başkanlık yürütme emrini içeren, tarihçilerin “3 R” olarak adlandırdıkları üç sözcüğe odaklanan bir ekonomi programıdır. Bunlar İngilizce “Relief, Recovery ve Reform” şeklindeki “rahatlatma, ekonominin iyileşmesi ve reform” sözcükleridir. Program işsiz ve yoksullara yardım ederek rahatlamalarını sağlamayı, ekonomiyi iyileştirerek normal seviyelere döndürmeyi ve finansal sistemi yeniden reforme ederek başka bir durgunluğu önlemeyi amaçlıyordu. Roosevelt, ülke işlerinin merkezi planlama ve yönlendirme yoluyla Amerikan hükümetinin kontrolünde olmasını tercih ediyordu. Bu da kıta Amerikası’nın işlerinin yönetilmesinde bir tür basmakalıp bürokrasi yarattı.

Trump'ın çoğu New Heritage Foundation'ın ardında siperlenmiş bir neo-gerici takımın fikirlerinden yola çıkarak devirmeye çalıştığı model işte budur. Nitekim bunlardan biri olan Mike Gonzalez, birkaç gün önce Trump'ın ne yapmak istediğine ve Amerikalılar ile dünyanın neleri bilmesi gerektiğine dair ilginç bir fikir sundu. ABD'de yönetimin çehresinin değiştirilmesi kazananlar ve kaybedenler ortaya çıkarıyor. İkinci gruptakiler, medya aracılığıyla seslerini yükseltiyor ve çoğu da öfkesini ABD'de bu yıl 2 trilyon dolarlık bütçe kesintisi yapılmasını isteyen tutumlu Elon Musk'a yöneltiyor. Trump'ın yaptıkları gerçekten ABD'yi içinde bulunduğu bölünmenin sonuçlarından kurtaracak mı?

Amerikalı yazar Christopher Caldwell, 2020 yılında yayınlanan “Yetki Çağı” kitabında, ABD'nin uzun yıllardır rejim politikaları çağında yaşadığını savunuyordu. Bu durumun siyasal ve toplumsal bir kutuplaşmaya yol açtığını, tartışmanın, azami vergi oranları marjı gibi sıradan konular üzerinden değil, devletin nasıl şekillendirilmesi gerektiği üzerinden yürütüldüğünü ifade ediyordu.

ABD'de özellikle son yirmi yıldır sanki iki anayasa varmış gibi görünüyor. 1787 yazında yazılan ilkinin özünde bireylerin “devredilemez hakları” vardı. İkincisiyse, toplumun iki temel unsuru olan ırk ve cinsiyet gibi sabit özelliklere dayalı kimlik grupları aracılığıyla netleşiyor. Yukarıdaki sözler çok doğru görünüyor, çünkü ABD bugün Wilsoncular ve Jeffersoncular, eritme potası takipçileri ile kimlik gruplarının haklarını savunanlar arasında parçalanmış durumda. Siyaset sosyoloğu Francis Fukuyama da “Kimlik: Onur Talebi ve Kızgınlık Politikaları” adlı kitabında dikkatini buna yöneltmişti.

Caldwell, milyonlarca Amerikalıyı, bu iki çelişkili anayasadan hangisinin geçerli olacağı sorusuyla karşı karşıya bıraktığı için, ABD'de son yıllarda kutuplaşma veya kırıcılık olarak adlandırılan şeylerin çoğunun tehlikeli olduğuna inanıyor.

Trump destekçileri, açıkça ve gizlemeden kaygı verici kimlikler telinden çalıyorlar. Dahası ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı, birçok medya ve basın ağı gibi Trump'ın askıya aldığı Amerikan kurumlarını suçluyorlar. Bunların kimlikçi ABD ateşini körüklediklerini, yeni anayasayı alenen benimsediklerini düşünüyorlar. Peki Trump neyin peşinde?

Taraftarları, onun ABD'yi Kurucu Babalar tarafından kurulduğu formda ve cinsiyet değişimi, kürtaj, bürokratik liberal eğitim gibi aşırı özgürlük içinde boğulan demokratik sol akımlardan uzakta yeniden canlandırmak için yoğun çaba sarf ettiğini iddia ediyorlar. Bu da onu, genel denetçi olarak Eğitim Bakanlığı'nı lağvetmeye, kendi ifadesiyle eğitimi yeniden eyaletlerin yönetimine vermeye yöneltti. Ronald Reagan'dan, baba ve oğul Bush ve ilk dönemindeki Trump'a kadar Amerikan hükümetlerinin deneyimleri bize şunu söylüyor: Amerikan bürokrasisi “hükümetin dördüncü kolu” olarak kabul edilmektedir ve boyutunu küçültme girişimlerine başarıyla direnmiştir.

Trump, CIA, FBI ve diğer gizli kurumlar başta olmak üzere istihbarat teşkilatı gibi bu bürokrasinin simgesi olan kurumlarla aleni bir çatışmaya mı girdi?

Trump'ın değişim çarkı büyük olasılıkla çoktan dönmeye başladı, ancak soru şu ki; bunda ne kadar ileri gidebilir? Göreve geldiği ilk 100 günü tamamlamadan önce, bunun hem içeride hem de dışarıda beklenen yansımaları nelerdir?

Her halükarda yeni bir Amerikan senfoni orkestrası çalmaya başladı ve biz de beklemeliyiz.