Bölgesel ve uluslararası sahne, özellikle ABD'nin hem müttefiklerine hem de rakiplerine uyguladığı tarife tsunamisinin ardından, şu aşamada belirsizliklerle dolu. Bu her şeyi tepetaklak eden adım üç ay dondurulmuş olsa da, birçok krizin hâlâ devam ettiği bir dönemde gerçekleşti. Birinci kriz, Ukrayna'da çıkmaza giren savaş ve Kiev'i destekleyen Avrupa ülkelerine getirdiği doğrudan ekonomik yük, ABD'nin Moskova'ya karşı hoşgörülü, hatta kayıtsız tutumudur. İran dosyası da gölge etmeyedevam ediyor ve Umman müzakereleri bu çetrefilli dosyaya diplomatik çözümler mi bulunacağı yoksa sınırlı veya kapsamlı bir askeri eyleme mi yöneleceği gibi çeşitli olasılıklara açık.
Arap Maşrık (Levant) bölgesi, ABD Başkanı Donald Trump'ın durdurma sözüne rağmen, görünürde hiçbir çözüm olmaksızın devam eden Gazze savaşı trajedisini yaşıyor. Trump’ın barış vizyonu Gazze halkını değil, geliştirilecek bir gayrimenkul olarak gördüğü topraklarını kapsıyor görünüyor. Diktatör bir yönetimden ve yıkıcı bir iç savaştan yeni çıkan Suriye, kaos, emeller ve yakın ve uzak tarafların çatışan çıkarlarıyla karşı karşıya bulunuyor. Dün açık ve gizli iç savaşının 50. yıl dönümünü anan Lübnan ise tünelin sonundaki ışığı beklemeye devam ediyor.
Trump'ın uluslararası ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilere yönelik darbesi diğer krizleri gölgede bıraktı. Görünüşe göre, en azından küresel ticaretin nereye demir atacağını, bunun ABD, müttefikleri ve rakipleri arasındaki ilişkiler ve ittifaklar üzerindeki yansımalarının ne olacağını görmeyi beklerken, diğer krizlere ilginin azalmasına tanık olacağız.
Bu gri sahnenin ortasında, Lübnan'daki yönetici ve yetkililerin dünyadaki bu büyük karmaşanın ve sonuçlarıyla ilgili meşguliyetin farkında olduklarına şüphe yok. Bu değişkenlerin gölgesinde bekleyip, kendilerine her geçen gün daha da netleşen çözüm yolları sunmasını umuyorlar.
Cumhurbaşkanı seçilip hükümet kurulduktan sadece üç ay sonra Lübnanlı yetkililer hakkında bir yargıya varmak acelecilik olacaktır. Ancak çeşitli kesimlerde ve çevrelerde hakim olan izlenim, cumhurbaşkanlığı makamındaki boşluğun cumhurbaşkanının seçilmesiyle dolmasından, birçok kişinin bel bağladığı yeni hükümetin kurulmasından, Hizbullah'ın yıkıcı bir savaşta yenilmesinden, Suriye'de Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin sonuçlarından sonra Lübnanlıların çoğunun yaşadığı coşku sönmeye başladı. Zira Lübnan'da değişime kapı açacağına inandıkları bölgedeki değişimlerin, aslında içinde bulundukları kısır döngünün bir halkası olduğu ortaya çıktı.
Gerçekler, yönetimin, hükümetin ve siyasi güçlerin çoğunluğunun, Lübnan'ın durumunun öznelliği gibi eski-yeni ve atıl bir gerekçeyle Hizbullah'ın silahı ve siyasi geleceği meselesini çözmekte acele etmek istemediğini gösteriyor. Amerikalılardan, Araplardan ve Lübnan'ın tüm dostlarından bu kronik ikilemi çözmek için kendilerine daha fazla zaman tanımalarını istiyorlar. Nitekim Cumhurbaşkanı, Paris ziyaretinde Hizbullah'ın İsrail'in kuzeyine füze atmadığını söyleyerek onu aklamaya çalıştı. Başbakan Yardımcısı Tarık Mitri Hizbullah’ın silahını teslim etmesi konusunun şu anda gündemde olmadığını söyledi. Kültür Bakanı Gassan Selame egemenlik kavramına ilişkin şu akademik yorumu yaptı; “silahsızlandırma terimi sevimsizdir ve bu kavramın yeniden ele alınması gerekir.” ABD'nin Ortadoğu Temsilci Yardımcısı Morgan Ortagus'un ziyaretinin sonuçları hakkında yetkililerin açıklamaları ile daha sonra Ortagus’un bir televizyon röportajında söyledikleri birbirinden farklıydı. Bütün bunlar, hükümet ve rejimin, Lübnan’ın dostlarının tavsiyelerine uymaya, ilk olarak silahın sadece devletin elinde olması hakkını geri alarak, devleti geri alma şeklindeki Lübnanlılara vaadini yerine getirmeye yanaşmadığı yönündeki izlenimin doğru olduğunu gösteriyor. Yönetimin bu adımı atma isteği azalırken, Arap ve uluslararası alanda yeni yönetime verilen destek de azalmaya başladı.
Lübnan’ın öznelliği söylemine geri dönülmesinin yanı sıra, savunma stratejisinin güncellenmiş versiyonundan başka bir şey olmayan ulusal güvenlik stratejisinin ima edilmesi, Ensarul Ceyş ya da Irak'taki Haşdi Şabi Güçleri oluşumu gibi önerilen formüller bunu teyit ediyor. Bütün bu öneriler, yıpranmış önerilerin geri dönüşümünden başka bir şey değil. Önerileri yapan herkes bunu bildiği gibi, sorunun başka yerde, sınırların dışında, özellikle Tahran'da olduğunu da biliyor. İran ile ABD arasındaki müzakerelerin sonucunun barış mı savaş mı olacağını beklerken, ülkeyi Hizbullah ve onu destekleyen çevreyle çatışmanın varsayımsal sonuçlarına bulaştırmaktan kaçınan yönetim ve yetkililerin tutumlarının arkasında da belki bu kanaat yatıyor. Zira müzakerelerin sonuçları Lübnan'a, Hizbullah'ın geleceğine ve İran'ın nüfuzuna da yansıyacak.
Bilgelik ve acele etmemek esastır ve Cumhurbaşkanı'nın Hizbullah ile doğrudan diyalog başlatma niyeti hakkında söylenenler, Başbakan'ın Hizbullah'ın silahı konusunun Bakanlar Kurulu’nun gündemine alınacağı yönündeki açıklaması, Lübnan kartını müzakere pazarından çekip alma ve sonuçlarını beklememe amacını taşımalıdır. Zira müzakerelerin sonucu, Binyamin Netanyahu'nun hem Lübnan'da hem de Suriye'deki çılgın dansından kendini nasıl koruyacağını bilmeyen bu küçük ve zayıf ülkenin, mutlaka çıkarına olmayabilir.