Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın İran ziyareti gözlemciler açısından sürpriz oldu, ancak ne garip ne de olasılık dışıydı. Suudi Arabistan ve İran bölgenin iki önemli ülkesi olup, iki taraf arasında iki yıl önce Çin sponsorluğunda Pekin'de imzalanan bir anlaşma bulunuyor. Buna bir de ilişkilerde hem anlaşmaların hem de anlaşmazlıkların yaşandığı on yıllar ekleniyor. Suudi Arabistan, İran ile istikrarlı ilişkiler kurmak için defalarca çaba sarf etti.
Prens Halid'e eşlik eden heyet hem askeri hem de diplomatik açıdan kalabalıktı. Üst düzeyde İranlı mevkidaşlarıyla bir araya gelen Prens Halid, İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney ile de bir araya geldi ve kendisine Hadimul Haremeyn-i Şerifeyn Kral Selman ve Suudi Arabistan liderliğinden yazılı bir mektup teslim etti. Bu durum, ziyaretin özel bir öneme sahip olduğu anlamına geliyor ve henüz açıklanmayan mektubun içeriğine ilişkin soruları gündeme getiriyor.
Bölge, iki yıldan fazla bir süredir İsrail'in Gazze'de Hamas'a karşı yürüttüğü savaş ile çalkalanıyor. Bu savaşı, Lübnan Hizbullahı'nın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah da dahil olmak üzere yüzlerce liderinin etkisiz hale getirildiği etkili askeri saldırılar takip etti. Hizbullah’ın silahları, örgütsel yapısı ve gizli sığınakları imha edildi. İsrail Esed rejimi düşene ve muhalifler Şam'a girene kadar Suriye'deki tüm İran destekli milislerin mevzilerini de vurdu.
İsrail, Yemen'de Husi milislerine hava saldırıları düzenledi ve şimdi de ABD, Yemen'in her yerinde milisleri hedef alan ardışık ve etkili askeri saldırılarla orada Husilere saldırmaya devam ediyor. Saldırılarını sürdürüyor ve henüz bitirmedi. Bu acı verici savaşlar ve askeri saldırılar, bölgede onlarca yıldır önemli olan bir siyasi ekseni yerle bir etti. En tehlikelisi ise, ABD Başkanı Donald Trump'ın, iki taraf arasındaki siyasi müzakerelerin gölgesinde kalmayan sert bir dille, İran devletine karşı askeri bir saldırı tehdidinde bulunmasıdır.
Suudi Arabistan Krallığı’nın İran'a gönderdiği mektubun içeriği henüz açıklanmasa da, görünen o ki Suudi Arabistan bölgede yaşanabilecek gerginliklere karşı önlem almaya, istenmeyen sonuçlara yol açabilecek herhangi bir yanlış anlaşılmayı engellemeye çalışıyor. Başkan Trump, önümüzdeki ay ilk dış ziyareti kapsamında Suudi Arabistan'ı ziyaret edecek. Trump, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin ABD'deki yatırımlarının boyutunun farkında ve bu ziyaretin siyasi bir atılım sağlaması mümkün.
Öte yandan Suudi Arabistan ile İran arasındaki anlaşmanın sponsoru da Çin ve küresel bir ticaret savaşının ortasında hiçbir taraf, istikrarlı ve zengin, giderek daha istikrarlı ve gelişen ülkeler olan Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini kaybetmek istemiyor. Suudi Arabistan, Rusya ile ABD arasındaki anlaşmazlığın sona erdirilmesine yönelik müzakerelere tam sponsorluk desteği sağlarken, tüm uluslararası ve bölgesel tarafları benzersiz bir tarihi anda bir araya getirmiş oluyor.
Kalkınmaya, inşa etmeye, kişisel başarıya ve mevcut büyük fırsatların peşine düşmeye odaklanan, güven içinde yaşayan Körfez halklarının şunun farkında olmaları çok önemli; bu umutlar ve hayaller, bölgesel ve uluslararası ilişkilerini hassasiyetle, dikkatle ve güçlü bir şekilde yönetebilen bilge bir liderlik olmadan devam edemez ve büyüyemezdi.
Gerçek monarşiler, kraliyetin görgüsünü ve etiğini miras almaları bakımından “sahte devrimlerden” farklıdır. Sahte devrimler, varlıklarını oluşturan çoklu spektrumlar arasında dalgalanırlar. Bir yandan devrim, bir yandan solcu işçi devrimi, Arap dünyasındaki askeri darbeler gibi milliyetçi devrim, ya da dinsel devrim gibi ona eklenenler vardır.
Yeni milenyumun ilk yüzyılı, medeniyetler çatışması arasında, Batı değerleri ile İslamcı terör arasında, Arap Baharı’nda yaşanan yapay devrimler ile özgürleşen gençlik arasında, Arap rejimlerinin devrilmesine ve “köktendinci hareketler” tarafından iktidarın ele geçirilmesine yönelik yoğun ve bilinçli destek arasında çelişkilerin zirveye ulaştığı, “çelişkiler” yüzyılı olarak tanımlanabilir. “Sistematik önemsizlik” yüzyılı olarak da nitelendirilebilir.
Prens Halid'in ziyareti gibi sıra dışı durumları anlamaya çalışırken ve varsayımsal senaryolar oluştururken, Napolyon'un şu sözünü hatırlamakta fayda var: “Kurumlarımızın kusuru, hayal gücüne hitap edecek hiçbir şeye sahip olmamalarıdır. Oysa hayal gücü olmadan insanı yönetemeyiz; çünkü hayal gücü olmadan insan bir hayvandır.”
Brzezinski bir zamanlar “bilhassa uluslararası finans kuruluşlarının Amerikan sisteminin bir parçası olduğunu” yazmış olsa da daha sonra şöyle yazmıştı: “İlk ve tek küresel gücün aniden ortaya çıkışı, bu gücün üstünlüğünün ister ABD'nin dünyadan çekilmesinden veya başarılı bir rakibin aniden ortaya çıkmasından kaynaklansın, aniden sona ermesi kolektif bir uluslararası istikrarsızlığa yol açabilir” (The Grand Chessboard, s. 47).
Analistlerin görüşleri ve öngörüleri bazen yanlış çıkabilir. Brzezinski aynı kitapta Türkiye'nin “İslamcı köktendinciliğe karşı bir panzehir sunduğunu” yazmıştı. O zamanlar içindeki değişikliklerin yeni denklemler ile de olsa onu Ortadoğu'da yeni bir köktendinci eksenin liderine dönüştüreceğini kim bilebilirdi ki?
Son olarak tüm umudumuz bölgenin daha fazla savaştan korunmasıdır.