Hüseyin Şubukşi
TT

Medeniyetler çatışmasının ikinci bölümü

ABD ile Çin arasındaki şiddetli ticaret savaşı, ilk bakışta sonuna kadar bir kemik kırma ve ezme savaşı gibi görünüyor. Tamamen ekonomik bir destan olup, amacı dünya piyasaları üzerinde finansal hakimiyet kurmakmış gibi bir görüntü veriyor. Ancak bazıları şu anda yaşananların, ünlü Amerikalı yazar Samuel Huntington'ın 1996 tarihli “Medeniyetler Çatışması: Yeni Dünya Düzenini Yeniden Kurmak” adlı kitabında öne sürdüğü önermenin ikinci bölümünün pratikteki karşılığı olduğuna inanıyor. Yazar, kitapta, “İki kültür arasındaki değer ve hedef farklılığının, onları sürekli bir çatışma ve kaygı durumuna sokması” nedeniyle Batı ile İslam dünyası arasında yıkıcı çatışmaların yaşanacağını öngörüyordu. Kitabın genel okuyucu kitlesi arasında geniş kabul görmesini sağlayan asıl önemli gelişme ise daha sonraki dönemlerde yaşanan önemli olaylardı. 11 Eylül 2001 ile başlayan bu olaylar ve Afganistan, Irak ve Somali'deki sonuçları bu meşhur kitapta sunulan düşünceyi daha da pekiştirdi.

Ancak yine kitapta sunulan, ne var ki aynı ilgiyi ve takibi görmeyen - ama şimdi durum artık değişecek gibi görünüyor- bir öneri daha vardı. Burada kastedilen, kitabın Çin ile yaşanacak çatışmaya da odaklandığıdır. Aslında iki ülke arasındaki çatışmayı bilinen geleneksel biçimde bir çatışma olarak sunmadı, bunun yerine Çin'in kalbi olduğu, ama aynı zamanda Çin'in dünya çapında çok önemli ekonomik etkiye sahip, etkili Çinli topluluklar gibi büyüyen güçlerinin tamamını kapsayan “Çin medeniyeti” üzerinde durdu. Bu toplulukların bulunduğu ülkelere örnek olarak yazar, Endonezya, Filipinler, Malezya, Tayland, Singapur ve Tayvan gibi ülkelerin yanı sıra Kore ve Vietnam'ı da eklemektedir.

Yazar, medeniyetlerin kendine özgü kültürel kimliklerinin, ilk çarpışmanın yakıtı ve çatışmanın devamının en önemli katalizörü olacağını her zaman vurgulamıştır.

Çin kültürünün kelimenin geniş ve kapsamlı anlamıyla dikkate değer biçimde öne çıkışını, Çin ekonomisinin ve onunla birlikte Asya kaplanlarının muazzam bir şekilde parlamalarının sağladığına şüphe yok. Böylece Çin kültürü artık daha geniş sahnelerde yadsınamaz bir özgüvenle daha fazla yer almaya başladı.

Geniş ve etkili Çin medeniyeti topluluğunun statüsünün önemi arttıkça, değerleri ve kültürü, ABD'nin bir zamanlar “evrensel değerler” olarak pazarladığı değerlerle keskin farklılıklar yaşamaya başladı. ABD’nin evrensel değerlerinin Çin medeniyetine sahip ülkeler açısından böyle olmadığı ortaya çıktı.

Batı'da Çin'in doğal amacının Doğu Asya'ya hakim olmak olduğuna, bölgedeki bu ülkelerin de bu kervana katılacağına, bireye ve bireyciliğe odaklanan Batı değerlerinin aksine, Doğu'daki hiyerarşik düzene duyulan derin ve köklü saygıya uygun olarak Çin'e boyun eğeceklerine dair bir kanaat var.

Yazarın vardığı sonuç, Çin'in başka bir Sovyetler Birliği olmadığıdır. Ancak sorunun, Çin nüfuzunun artmasıyla birlikte değerler çatışmasından, çatışan hedeflerden ve güç dengelerindeki değişimden kaynaklanan daha karmaşık bir sorun olduğunu düşünüyor. Bu okuma, Batılı karar alma çevrelerinde yeniden güçlü bir şekilde kullanılıyor ve kaygı, gerginlikle dolu yeni siyasi iklimin gölgesinde yaygın bir kabul ve karşılık görüyor.

ABD yönetimi içinde bu gergin yaklaşımı ve Çinlilerin “bizden farklı” olduğu ve bu nedenle “cezalandırılmalarının” meşru olduğu fikrine odaklanılmasını memnuniyetle karşılayan bir kesim var. Ancak belki de en şaşırtıcı husus, en büyük kapitalist ülke olan ABD şu anda en korumacı ve açık pazarı, serbest ekonomiyi en kısıtlayıcı politikaları yürütürken, Çin Komünist Partisi’nin pazarı kapatma ve serbest uluslararası ticareti kısıtlama girişimlerine her yolla direnmesi. Bu başlı başına gerçek bir medeniyetler ve kültürler çatışması.