Cemal el-Keşki
TT

Libya'da olup bitenler...

Libya büyük tehlikelerle karşı karşıya; kan, kurşun ve suikastlarla dolu yeni bir dönemden geçiyor. Mevcut durum bana, siyasi literatürde kan ve terörün egemen olduğu bir dönem olarak tanımlanan 1789 Fransız Devrimi'nden sonraki on yılı hatırlatıyor.

Mağrip bölgesi ile Arap Maşrık (Levant) bölgesinin kesiştiği noktada bulunan ve Araplar ile Avrupa arasında stratejik bir konuma sahip olan bir ülkede aynı hikâyenin tekrarlanmamasını umuyoruz. Libya sadece bir çöl veya petrol ülkesi değil, Libya her zaman güvenlik, emniyet, istikrar açısından bir dönüm noktası oldu ve doğuda Mısır, batıda Cezayir, Akdeniz'in diğer yakasında İtalya ve genel olarak Avrupa arasında bir bağ oluşturdu. Kuzey Afrika'dan Beytullah’a (Kâbe) gidecek ziyaretçiler için her zaman önemli bir geçiş yolu ve kervanlar için bir geçiş noktasıydı. Böylece kültürel bir etkileşimi temsil etti ve aynı zamanda tarih boyunca Avrupa ile Araplar arasındaki kültür ve medeniyet kapısı oldu.

Tarihte biraz geriye gidersek, bu topraklarda Yunan ve Roma medeniyetleri etkileşim içinde olmuştur. Ayrıca İslam'ın gelişinden sonra Araplar dünyanın en önemli gücü haline gelince, ülke, mekân ve halk olarak tüm kültür ve medeniyetler burada birbirine karıştı.

Libya'nın büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğunu söyledim ve gerçekten de bunu kastediyorum. Sahada bazı etkileşimler gerçekleşiyor ve gizli, uykuda olan hücreler saklandıkları yerlerden çıkıyorlar. Libya semalarında kurşunlar ve suikastlar görülüyor, yerde ise kanlar dökülüyor. Olmaması gereken bir kardeş kavgası yaşanıyor. Peki çözüm nedir? Vladimir Lenin'in bir keresinde dediği gibi ne yapmalı?

Çözüm arena Libya değil, devlet Libya olmakta gizli. İkinci on yılın yarısına yaklaşıyoruz ve önemli bir Arap ülkesinde kaos hüküm sürüyor; bölünmeler, milisler, yabancı müdahaleler ve siyasi deneyler için arenalara dönüşme, pusuda bekleyen ve çekişmeler, isyanlar ateşini yakmak için bölgesel, kabilesel ve yerel çekişmeleri körükleyen, fırsat çıktığında saldırıya geçen uluslararası ihtiraslar ve emeller duruma hâkim. Aklımda ısrarlı bir soru var: Libya halkı bu kanamanın devam etmesini istiyor mu?

Kesinlikle hayır, aksine bu yaşananlar planlar, komplolar, siyasi olgunluk ve modern çağda İtalyan sömürgeciliğine karşı Libya halkının her zaman sahip olduğu ulusal bilgeliğin eksikliğidir. Burada şehit Ömer Muhtar'ın idam sehpasına çıkmadan önce söylediği şu sözleri aklıma geliyor: “Benim ömrüm, celladımın ömründen uzun olacaktır.” Dünya katilinin adını bilmezken, adı unutulmuşken, kendisinin sonsuza kadar yaşayacağını söylemek istiyordu. Gerçekten de Muhtar, Libya halkının gücünün ve ruhunun sembolü olmaya devam etti. Bu noktada Ömer Muhtar'ın bilgeliğini hatırlatmak ve Libya'nın tek bir kitle olmayı hak ettiğini söylemek istiyorum. Tehlike bu ülkede uzun zamandır ikamet ediyor. Bazı kötümserler, tüm tarafların katılacağı bir iç savaşın Libya'yı onarılması veya toparlanması mümkün olmayacak tuzaklara ve tehlikelere sürükleyebileceğini söylüyorlar. Aynı tehlikelerin, yasadışı göçün artmasından, güney ve doğu Akdeniz'de gerginlikten endişe eden yakın Arap ve Avrupa çevrelerini de etkilediğine şüphe yok.

Şu anda Libya'da yaşananlar beni 1975 yılında Lübnan iç savaşının patlak verdiği ve Lübnan'ın bütün dış güçlerin sahnesi ve ölüm laboratuvarı haline geldiği dönemde merhum Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın, “Lübnan'dan ellerinizi çekin” sözlerini tekrarlamaya sevk ediyor. Şimdi Sedat'ın sözünü tekrarlıyorum ve diyorum ki: “Libya'dan elinizi çekin.” Çeşitli kaynakları bakımından zengin, medeniyeti, kültürü ve insanlığı bakımından engin, stratejik konumu olan bu ülkenin çöküşü, Arap ulusal güvenlik sisteminin bir parçasının çöküşüdür. Dolayısıyla Libya'nın geleceği açısından tehlikelerle dolu olan mevcut tablo, herkesin mutabık kaldığı ulusal referanslara dayalı kapsamlı bir siyasi uzlaşıyı gerektiriyor. Bahsi geçen uzlaşı, Libya halkına geleceği için uygun gördüğü seçimi yapabilmesine olanak tanıyan, özgür ve şeffaf bir ulusal çerçevede gerçekleşmesi koşuluyla, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin eş zamanlı olarak yapılması gerekliliğini doğuran siyasi bir yol sunuyor. O zaman Libya’nın tamamı, milislere veya dış güçlere değil, yalnızca kendi halkına ait olacaktır. Ancak bu, tüm siyasi ve ulusal grupları kapsayacak şekilde ulusal bir diyalog başlatılmadan gerçekleştirilemez.

Özellikle Arap Baharı olarak adlandırılan darbelerin ve uluslararası müdahalelerin etkilerinin ardından bir devlet kurmanın ne kadar zor olduğunun bilincindeyim. Ayrıca Libya halkının oldukça bilinçli ve kültürlü olduğunu ve bunun da ona korku bariyerini yıkma, ülkesini geri alma, Libya'da şu anda yaşanan kaosun yeniden yaşanması tehlikesini önleme, belki de yok oluşla varoluş arasında dönüm noktası olabilecek bir şemsiye anlaşmaya varma gücünü verdiğini de biliyorum.

Son olarak şunu söyleyelim; Libya halkı ülkesine camın arkasından bakmamalı veya tarihin kıyısında oturmamalı, aksine Libya'nın inşasına katılmaktan, inisiyatif almaktan, karanlıkta kendisine karşı kurulan komplolara teslim olmamak için çaba sarf etmekten başka çaresi yoktur.