Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Felsefe mi yoksa belediye hizmetlerini mi tartışıyoruz?

Bir keresinde bir belediye başkanıyla, sevgili okuyucularımın çoğunun aşina olduğuna inandığım, dünyanın birçok ülkesinde yaygın olduğunu gördüm bir konu, “bütçenin harcanması” hakkında konuşmuştum. Bu fikrin özü şudur; maliye bakanlığı her şehre belediye hizmetleri için belirli bir bütçe ayırır. Bu bütçenin tamamı yıl sonundan önce harcanmalıdır, aksi takdirde belediyenin bir sonraki yıllık bütçesinden artan para miktarında kesinti yapılır. Bütçesini harcayamayan bir belediyenin verimsiz veya etkisiz olduğu sıklıkla söylenir. Bu nedenle belediye başkanları, yeni yıl başlamadan önce hesaplarını “sıfırlamaya” gayret ederler.

Yılın son çeyreğinde eski asfalt çok kötü durumda olmasa bile, müteahhit firmalarının ekipmanlarının ana caddeleri işgal ettiğini, asfaltı söküp yeni asfalt döşediğini fark etmiştim. Belediye başkanına, bu bakım çalışmaları şehri çevreleyen köy ve mahallelerin sokaklarına ve yıllardır bakım yapılmayan tarlalar arasındaki yollara yönlendirilse daha uygun olmaz mıydı dedim. Bahsettiğim ana yolun yılda iki milyon kişiye hizmet verdiğini, köy yollarının ise yalnızca birkaç bin kişiye hizmet verdiğini, yani aynı miktarda para karşılığında oraya yapılacak hizmetin değerinin daha az olacağını söyledi.

Bu olayı şehir planlama konusunda uzman bir arkadaşıma anlattım ve o da aynı sebepten dolayı belediye başkanının görüşüne katıldığını söyledi. O zamanlar, kırsal alanlardan kentsel alanlara nüfus göçünü azaltmak için kamu hizmetlerinin dengeli bir şekilde dağıtılması gerektiğini savunuyordum. Nüfus dengesini ve dolayısıyla ekonomik dengeyi koruma gerekliliğine dayanan idari adem-i merkeziyetçilik hakkında bir yazı yazmıştım.

Ancak son zamanlarda, daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, çoğu planlama uzmanı ve yöneticinin faydacılık felsefesinin temelini oluşturan maliyet-fayda analizine dayanan bir görüşten etkilendiğini fark ettim.

Yukarıda bahsi geçen belediye başkanının cevabı, doğru eylemin en fazla sayıda insana en büyük faydayı sağlayan eylem olduğunu belirten faydacılık teorisinin tam bir örneğidir. Burada 1 milyon riyal 1 milyon kişiye, köyde ise on bin kişiye hizmet ediyorsa, bunu şehirde harcamak iyi ve doğru olan davranıştır.

Bence birçok kişi aynı görüşü benimseyecektir, çünkü bu tamamen mantıklı görünüyor, ancak bahsettiğim sebepten dolayı, ben aynı görüşte değilim. O sebep de kamu hizmetlerinin dengeli bir şekilde dağıtılmasının gerekliliğidir. Böyle düşünmemin nedeni de akıllı olan herkes için açıktır. Arap ülkeleri de dahil olmak üzere tüm gelişmekte olan ülkelerin deneyimleri, kamu hizmetlerinin şehirlerde yoğunlaşmasının ve bu hizmetlerin finansal değerlendirmesinin (maliyet-fayda analizinin) yol açtığı büyük ikilemi ortaya koymaktadır. Son yarım yüzyılda milyonlarca kırsal bölge sakini köylerini terk ederek büyük şehirlerin eteklerindeki genellikle plansız mahallelere yerleşti. Birçok Arap başkentinin, bunun sonucunda ortaya çıkan kaotik genişlemenin ağır yükünden muzdarip olduğunu biliyoruz. Bu duruma Bağdat, Şam, Kahire ve Cezayir'de tanık oldum.

Büyük şehirlerin kaotik bir şekilde genişlemesi, üretim tabanını daralttığı ve toplumsal ilişkileri yöneten, toplumsal çöküşe ve bireyleri sapkın davranışlara karşı bir koruma görevi gören normları zayıflattığı için ülke üzerindeki ekonomik yükleri artırıyor.

Peki ne yapılmalı? Çoğunluğun aleyhine az sayıda vatandaşa mı öncelik vermeliyiz?

Soruyu bu şekilde sormak sanırım yanlış bir cevap verilmesine yol açacaktır. Kamu hizmetlerinin dengeli dağılımı, nüfusun geniş kesimlerine fayda sağlayan sonuçlar doğurur, ancak sağlık hizmetleri maliyetlerinin düşürülmesi, suçların ve toplumsal çatışmaların önlenmesi ve ulusal ekonominin üretim tabanının güçlendirilmesi gibi farklı bir bakış açısı ile yapıldığında. Bu ölçülebilir finansal faydaların ötesinde, eşit derecede önemli bir unsur daha var; ulusal aidiyeti güçlendirmek ve sosyal adaleti tesis etmek ki bu da zorunlu olarak kamusal alanda mevcut fırsat ve kaynaklardan eşit faydalanma anlamına gelir.

Bu yalnızca felsefi bir görüş değil; eylem planları ile toplum ve devlet arasındaki ilişkiyi düzenleyen temel değerler arasındaki sıkı bağın bir teyididir.