İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

ABD: Ortadoğu krizlerine gerçekçi bir yaklaşım

İlk beklentiler, Donald Trump yönetiminin izolasyonist ve dış dünyanın krizleri ile bağını koparmış olacağını desteklese de olaylar bunun tam aksini kanıtlıyor ve Ortadoğu, Trump'ın dış politikasının temel odak noktalarından biri olarak öne çıkıyor.

Son olayların gidişatına hızlı bir bakış, mevcut ABD yönetiminin oynadığı ve istikrarsız bir bölgedeki birçok çatışmanın yatıştırılmasına gerçekten katkıda bulunan önemli rolü ortaya koyuyor. Öngörülemez ve tartışmalı bir figür olan Başkan Trump'ın karizması, bölge devletlerini istikrara doğru ustaca ve etkili bir şekilde yönlendirdi, herkesin yaşanmasından ve sonuçlarından korktuğu büyük bir bölgesel savaş ihtimalini ortadan kaldırdı.

Başkan Trump'ın 13 Ekim'deki Şarm el-Şeyh konferansına katılımı, Gazze'de yaklaşık iki yıldır süren krize son verdi. Katılımının önemini ve Binyamin Netanyahu hükümetini ateşkesi kabul etmeye zorlamada yarattığı ivmeyi ancak akılsızlar inkar edebilir. Washington, kuşatma altındaki bölge halkı için en iyisini arayan bir ortak ve garantör gibi göründü.

Daha sonra, Washington'un diplomatik çabaları, Başkan Trump'ın Gazze barış planını onaylayan bir kararın BM Güvenlik Konseyi’nden geçmesini sağlamayı başardı. Moskova veya Pekin'in veto yetkilerini kullanarak kararı engelleyeceğine dair derin endişeler olduğu bir sır değil, ancak sonuçta bu gerçekleşmedi. Washington'un, kararın kabul edilmesini sağlamak için perde arkasında nüfuzunu önemli ölçüde kullanmış olması oldukça muhtemel. Karar, görev süresi 2027 sonuna kadar uzanan ve teorik olarak ABD Başkanı’nın başkanlık edeceği, Gazze için geçici yönetim organı olarak bir “Barış Kurulu” kurulması yetkisini de içeriyor.

Gazze'den Suriye'ye, Washington'un artık idealizm yerine pragmatik politikaları tercih ettiği aşikar. Bu politikalarda Makyavelizm ve özellikle de bilindik “Gerçeklerle savaşma, onlarla çalış” ilkesi kimi zaman krizlerle başa çıkmada kritik öneme sahip.

Nitekim 10 Kasım'da Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara’nın Beyaz Saray'da görünmesi, heyecan verici ve belki de tartışma yaratan bir sahneydi. Ancak Amerikan siyaset bilimine aşina olanlar bunu, Suriye'yi bölünme bataklığından kurtarmayı, ünlü Alman filozof ve sosyolog Jürgen Habermas'ın deyimiyle “çarpık iletişim yöntemlerinin”, yani şiddetin gerileyeceği daha iyi bir geleceğe doğru itmeyi amaçlayan etkili bir tür Amerikan pragmatizmi olarak gördüler. Bu gelecekte, DEAŞ örgütünün yeniden canlanma girişimleri ile mücadele özellikle önem kazanıyor.

Amerikanlaşma konusunda yeni bir bakış açısına mı tanık oluyoruz, yoksa Trump'ın, onlarca yıllık kargaşanın yükünü taşıyan Arap bedeninde derin yaralar açan sayısız tartışmalı Ortadoğu meselesinin sorumluluğunu üstlenme girişimine mi tanık oluyoruz? Washington'un yeni yaklaşımlarla tarihi bir iz bırakmasının zamanı geldi mi?

Kesin gerçek şu ki, Amerikan nüfuzuna ve hegemonyasına dayanan Amerikan yaklaşımları, uluslararası siyasette fark yaratabilecek tek yaklaşımlardır.

Örneğin, bölgenin geri kalanına baktığımızda, ABD ile Irak arasında son günlerde, Savunma Bakanı Hegseth ile Iraklı mevkidaşı arasında seçim arifesinde gerçekleşen bir telefon görüşmesiyle somutlaşan bir iletişime tanık oluyoruz. Bunun yanı sıra, Pentagon heyetinin Bağdat'a yaptığı ziyaret ve Kuzey Irak'ta Kürtlerle gerilimi azaltma ve barışçıl bir birlikte yaşama çerçevesi arayışına yönelik devam eden çabalar da var.

Lübnan'da Washington, Beyrut'a Hizbullah'ı silahsızlandırması için baskı yapıyor. Son altı ayda ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack ve yardımcısı Morgan Ortagus'un mekik diplomasisi ve ona eşlik eden ateşkesi sağlamlaştırma, şiddet ve yıkıma geri dönüşü engelleme çabaları bunu gösteriyor.

Son olarak da ABD insani trajedinin kabul edilemez seviyelere ulaştığı Sudan'da gerginliğin azaltılmasının ve sahadaki durumun değiştirilmesinin zamanının geldiğine inanıyor gibi görünüyor. Bu nedenle Trump, Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve Ortadoğu'daki diğer ortaklarla birlikte, Sudan’da yaşanan vahşeti durdurmak amacıyla yeni planlar geliştirildiğini ilan etti.

Amerikan Newsweek dergisine göre, Libya da Ortadoğu krizlerinin seyrinde aktifleşen Amerikan varlığından muaf değildi. Derginin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika bölümünün yardımcı editörü Tom O'Connor, Afrika ve Avrupa'yı yeniden şekillendirebilecek bir “ABD-Libya anlaşması” diye tanımladığı gelişmelerden bahsetti.

ABD-Ortadoğu ilişkilerinin tacı ve başarılarının zirvesi ise Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Washington'a yaptığı ve sonuçlarını değerlendirmek için detaylı bir incelemenin gerektiği son derece başarılı ziyaretti.

Özetle, Washington ve Ortadoğu geri çekilme ya da izolasyon değil, bir bütünleşme süreci yaşıyor. Peki, önceliklerdeki bu değişimin arkasında ne yatıyor?