ABD Başkanı Donald Trump ile “geçici müttefiki” milyarder Elon Musk arasında patlak veren anlaşmazlık ile Washington'un resmi tutumları ve İsrail'deki Binyamin Netanyahu hükümetinin politikaları arasındaki görünür farklılıklar, ayrıca İran meselesi ve bunun Arap dünyasına yansımaları konusunu Amerikan ve İsrail taraflarının ele alma şekli üzerinde toplanan kara bulutlar arasındaki bağlantı nedir?
Maliyetli yanılsamalardan kaçınmak istiyorsak bu soru bizden ciddi bir okumayı hak ediyor.
Trump-Musk çekişmesinin, kimin haklı, kimin haksız olduğuna bakılmaksızın, tehlikeli göstergelere sahip olduğu şüphesiz. Tehlikenin kaynağı, Arap savunucularının kabul etmeyi reddettiği iki “sorunun” varlığını yansıtıyor olması.
Birinci sorun, Trump'ın kurumlara değer vermeyen, müttefik ve düşmanlarla ilişkilerin temellerini umursamayan bir “anlaşma adamı” olması. Keza bir yetkilinin dar parti sadakatinden ziyade öncelik vermesi gereken geniş uzlaşılar ve kolektif sorumluluk pahasına bile olsa, “yürütme kararlarıyla” yönetmekte utanılacak bir şey görmüyor. Dahası burada sadakat bir grup arkadaşa, yandaşlara, bağış toplayıcılara ve çıkar sağlayıcılara yönelik.
Dolayısıyla, “söylediklerini yapmak” ve hızlı, nakavt edici bir zafer elde etmek için politikacıları, hükümeti ve hatta halkı küçümseyen, dizginsiz bir işadamı ile Başkan arasındaki basit bir “taktiksel ittifakın” siyasi bedeli kısa sürede ortaya çıktı.
Dahası bu iki adamın “devlet israfı”nın tanımı ve bununla başa çıkmanın en iyi yolu konusunda aynı noktada buluşmaları bile, bunun yüksek sosyal ve ekonomik maliyeti ortaya çıkınca “buharlaştı”. Bu maliyet, Trumpçı MAGA grubunun karşıt demagojik sloganlar takıntısı geçici olarak üstünü örtse de sonunda açığa çıktı. Burada hatırlatmak isteriz ki, Musk geçici görevine seçilerek gelmedi. Aksine, Trump tarafından atandı, dolayısıyla mevcut başarısızlığın ve bunun gelecekteki olası sonuçlarının sorumluluğu Trump'a da aittir.
İkinci sorun ise Musk'ın başına gelenlerin Trump'ın ikinci seçiminden bu yana yaptığı bir dizi atamada da yaşanma ihtimali. Trump'ın birçok bakanı, danışmanı ve yardımcısının durumuyla ilgili söylentiler dolaşıyor. Bunlardan biri olan Mike Waltz, gerçekten Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevinden alınırken, Başkanın arkadaş grubu, Fox News mezunları, golf dostları, faiz lobileri ve bağışçılardan ekibine dahil ettiği kişilerin bir kısmı artık istikrarlı bir konumda değiller. Bana kalırsa bunun en önemli nedeni, bunların çoğunun Amerikan stratejik çıkarlarını anlayan devlet adamları değil, “siyasi aracılar” olmaları.
Bu zayıf nokta, yönetimin Batı Avrupa, Rusya ve Çin'e yönelik “doğaçlama” yaklaşımlarında da belirginleşmeye başladı. Ortadoğu'ya gelince, Araplar, İsrailliler ve İranlılar açısından tablo, Camp David Anlaşmaları'ndan bu yana olduğundan daha da karışık.
Washington ile Tel Aviv arasında -ister Cumhuriyetçi ister Demokrat olsun- bazı başkanlık dönemlerinde neredeyse tam bir özdeşleşme bulunduğu tartışmasız olsa da, son dönemde büyük soru işaretleri iyice belirginleşmiş durumda. Bunların en önemlisi şu konuyla ilgili; Washington İsrail'in bölgesel seçenekleri konusunda hâlâ “son söz” sahibi mi yoksa Likud sağı istediği gibi plan yapıp uygulamaya başlarken, Amerikan tarafı da bir yerde BM vetosuyla, diğer yerde işe yaramaz bir silah anlaşmasıyla onu memnun etmekle mi yetiniyor?
Ayrıca Washington, yakın zamanda bir diplomatının iddia ettiği gibi, Sykes-Picot Anlaşması'nın “hatalarını düzeltmek” ve Ortadoğu'daki oluşumların daha fazla parçalanmasını ve bölünmesini önlemek mi istiyor? Yoksa İsrail aşırı sağının bölme, parçalama ve yerinden etmeye dayalı planını destekliyor, daha doğrusu ona teslim mi oluyor?
Bunun da ötesinde Arap ve Müslüman çoğunluktan oluşan bir “mozaik” ile çalıştığı, her birinin, himayesindekileri “kullanmak”, onları savaştırarak yarar elde etmek konusunda kendine özgü hesapları, yöntemleri olan üç Arap olmayan gücün kutuplaştırıcı çekişmesi göz önüne alındığında, Washington’un bölgedeki etnik, dini ve mezhepsel azınlıklara bakışı nasıl?
İran'ın “devrimi ihraç etme” (Humeynizm) rolü aleni ve hakkında tahminler yapmaya gerek yok. Washington ve Tel Aviv'in bölgesel öncelikleri netleşene kadar, Suriye'deki kontrolünü fiilen kaybetmiş olmasına rağmen, üç ülkede etkili bir aktör olmaya devam edecek.
Şam'daki yeni rejime ve onu destekleyen mezhepsel popüler dalgaya yakınlığı tartışmasız olan Türkiye ise ağır hareket ediyor. Çünkü İsrail, ABD ve Rusya'nın bakış açısını dikkate alması gerektiğinin farkında. Suriye konusunda İsrailliler ile Amerikalılar arasındaki “merkezi karar alma” sürecinin belirsizliği, 14 yıllık savaş ve 54 yıllık diktatörlüğün ardından siyasi ve ekonomik yeniden inşa meselesinin çözümünü geciktirebilir.
Geldik İsrail'e, ya da “aslanı yönlendiren kuyruğa”!
İsrail'in Beyrut'a düzenlediği son saldırı ve tabii ki Gazze sakinlerini yerinden etme konusunda kanlı bir şekilde ilerlemesi, Tel Aviv'in önceliklerinde önemli bir değişiklik olmadığını teyit ediyor. Washington, başlattıkları yeni dönemi desteklediği konusunda Lübnanlılara tatlı sözler söylerken, Lübnan kökenli Büyükelçi Tom Barrack, Trump yönetiminin “Suriye’nin birliği”ne önem verdiğinden söz ederek Suriyelilerle flört ederken, İsrail askeri ve istihbarat aygıtı Lübnan, Suriye ve Filistin'in geri kalanında faaliyetlerini sürdürüyor.
Son dönemdeki belki de en çarpıcı gelişme, dün İsrail gazetesi Haaretz'in, Tel Aviv'in Gazze'ye gönderilen yardım konvoylarını yağmalamaları için DEAŞ bağlantılı haydutları kullandığına dair yayımladığı haberdi. Habere göre daha sonra İsrail sözcüleri çıkıp uluslararası medyaya yaptıkları açıklamalarda konvoyları yağmalayanların Hamas'a bağlı savaşçılar olduğunu iddia ediyorlar.
Gazeteye göre Netanyahu, “Hamas rejimine gelecek her zarar bizim lehimizedir” bahanesiyle, hükümetinin Gazze Şeridi'nin güneyinde haydutları ve suçluları silahlandırdığı, finanse ettiği ve koruduğu yönündeki iddiaları aylar önce bizzat doğruladı.
Böylece, yıllarca sınır ötesi vekil milis gruplar kurduktan, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ne iç çatışmayı tetikleyecek suçlar işlemek üzere “gizli ajanlar” yerleştirdikten sonra, şimdi de “insani yardımları yağmalamak” yoluyla “aç bırakma haydutları” olgusu icat edildi.
Bu gerçeklik, elbette, karar alma mekanizması karmaşa ve kaosla dolu, kaybolmuş bir Washington'dan büyük ölçüde yararlanıyor!