Mişari Zeydi
Suudi Arabistanlı gazeteci- yazar
TT

Pers-Roma savaşına dair dipnotlar

İslâm düşüncesi ve İslâmî ilimler alanında önde gelen isimlerden Prof. Dr. Rıdvan Seyyid, ABD ile İran arasındaki çatışmayı –ve elbette İsrail’i de kapsayan bu hattı– kadim bir tarihî dönemi hatırlatarak tarihî bir bakış açısından dikkat çekici bir tespitle değerlendirdi: ‘Pers-Roma savaşları’.

‘Pers-Roma savaşı bitti mi?’ başlığıyla yayımlanan yazısında Seyyid, İslâm’ın zuhur ettiği ilk dönemlerde Pers ve Roma (Bizans) imparatorlukları arasında yaşanan büyük mücadelelere değindi. Bu büyük hesaplaşma, Ortadoğu’nun tamamını meşgul edecek kadar yankı bulmuş ve Kur’an-ı Kerîm’de özel bir sureye –Rûm Suresi– konu olacak şekilde yer almıştı.

Bu iki büyük gücün çatışmasının sebeplerinden bağımsız olarak dikkat çeken husus, Arapların bu mücadelede iki farklı cepheye bölünmesidir: Nûmânoğulları’ndan olan Lahmîler Irak’ta Perslere, Cefneoğulları’ndan olan Gassânîler ise Şam’da Romalılara meyletmiştir. Bu bölünme, Mekke’ye kadar ulaşmış ve Mekkeliler arasında dahi söz konusu büyük savaşa dair iki karşıt eğilim ortaya çıkmıştır.

Yıllar geçip çağlar değiştiğinde, Arapların büyük güçler karşısındaki bu bölünmüşlüğü değişmiş midir?!

Bugünün manzarası da Rıdvan Seyyid’in işaret ettiği o tarihî tabloyu andırıyor. Soğuk Savaş döneminde Arap dünyası Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu kampı ile ABD liderliğindeki Batı kampı arasında ikiye ayrılmıştı. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra dahi bazı Arap çevreler, eski kızıl kampta bu kez milliyetçi bir Rus kisvesiyle yeniden barınma arayışına girdi. ABD ise aynı biçimde kaldı.

Son kırk altı yıl boyunca genişleyen yeni Fars etkisi karşısında da Araplar yine iki kampa bölündü. Günümüz Irak’ı, Lahmîlerin duruşunu andıracak şekilde İran kampında yer almakta; Şam ise bir yönüyle, modern Romalıların (yani Batı’nın) tarafında durmaktadır. Bu iki kamp arasında, onların çevresinde ve gerisinde yer alan pek çok Arap unsuru ise bir ayağını burada, diğerini orada tutmak suretiyle, tamamen bir tarafa katılmaktan kaçınma eğiliminde.

Rıdvan Seyyid’in makalesinin sonunda şu ifadeler yer aldı: “İran zayıfladı ama yıkılmadı. Romalılara gelince, hiçbir şey kaybetmediler ve çok gururlular… Suriye'yi kazandıkları gibi İran'ı da kazanabilirler! Barışçıl ve müreffeh bir Ortadoğu halen çok uzakta.”

Bu bağlamda tarihî bir hakikat yeniden hatırlanabilir: Arap Yarımadası’nın merkezinden doğan umut ve irade, o dönemde dengeleri köklü biçimde değiştirmiş; Araplar taşıdıkları mesaj ve yeni iddia ile tarihin akışını dönüştürmüş ve ona yepyeni bir medeniyet sureti kazandırmışlardı.

O halde sormak gerekir: Arapların kaderi daima şu veya bu tarafa angaje olmak mıdır?!

Hayır… Görünüşe göre, dün olduğu gibi bugün de o istisnaî Arap çıkışının bugüne uygun bir biçimde yeniden doğmakta olduğu görülüyor. Bu uyanışın ışığı, bir kez daha Arap Yarımadası’nın kalbinden doğuyor.