Bilgeliğin ilk adımı güç dengesini doğru okumaktır. Savaş, devrim veya darbe söz konusu olduğunda bu olmazsa olmazdır. Güç dengesi, göz ardı edilmesi zor, neredeyse imkânsız bir kuraldır. Kendisini görmezden gelmek çoğu zaman feci sonuçlara yol açar. Ancak zaferi yaratan güç, istikrarı sağlama kapasitesine sahip olmayabilir.
Vladimir Putin güç dengesini okudu. Batı, Ukrayna ile uluslararası olduğunu söylediği sınırı yarıp geçen Rus tankları görüntüsüne uyandığında haykıracaktı ama NATO, üyesi olmayan bir ülkeyi savunmak için asker gönderme riskini almayacaktı. ABD yaptırımlar uygulayacak ve tehditler savuracaktı, ancak asker göndermeyecekti. Çünkü böyle bir karar üçüncü dünya savaşı hayaletini uyandıracaktı. Hesaplamaları doğruydu ve şimdi ordusu, Rusya'ya ilhak ettiği topraklar üzerindeki kontrolünü garantiledikten sonra daha fazla toprak ele geçiriyor. Ne var ki deneyim bize, baskı ve zorlamanın uzun vadeli veya kalıcı istikrarın temelini oluşturamayacağını gösteriyor.
Ortadoğu halklarının güç dengesiyle uzun bir geçmişi vardır.1967'de Cemal Abdunnasır, güç dengesi ve denklemleri üzerinde çok düşünmedi. Tiran Boğazı'nın kapatıldığını duyurdu ve orduyu harekete geçirdi. Sonuç, İsrail'in başlattığı ve Sina, Batı Şeria ve Golan Tepeleri'nin işgaliyle sonuçlanan savaştı. Savaş, bariz güç dengesizliğini daha da derinleştirdi.
Enver Sedat, Mısır'ın Sina işgaliyle bir arada yaşayamayacağı sonucuna vardı. Hafız Esed ile birlikte 1973 savaşına hazırlandılar. Mısır ordusunun başarılarına rağmen, savaşın seyri ona güç dengesinin acı gerçeklerini hatırlattı. Sedat, Sina'yı güç kullanarak geri almanın imkânsız olduğunu anladı ve güç dengesinin gerçeklerini kabul etmeyi seçti. Camp David Anlaşmaları aracılığıyla topraklarını geri aldı. Hafız Esed, Sedat'a karşı sert bir kampanya başlattı. Ancak Golan Tepeleri'ni geri almasını engelleyen güç dengesinin acımasızlığını içten içe kabullenmişti, bu yüzden mevcut telafiyi seçti; Lübnan'ı “geri almak”, yönetmek ve orada kalmak.
Fetih hareketi 1 Ocak 1965'te ilk kurşununu attığında, Yaser Arafat tüfeğinin gücüyle işgal altındaki tüm toprakları geri almayı hayal ediyordu. Uzun ve çetin mücadeleleri, Tel Aviv'den Washington'a uzanan güç dengesinin gerçekliğini ona sert bir şekilde açıkladı. Yaser Arafat'ın Beyaz Saray'ın Gül Bahçesi'nde İzak Rabin ile el sıkıştığını görmemizin nedeni buydu. Diğer kısımlarından vazgeçmenin acısına rağmen, Filistin topraklarının bir kısmında bir devlet kurma hayalini kabul ettiğini görmemizin nedeni buydu.
Humeyni, Fransa'daki ikametgahında Saddam Hüseyin'in elçisiyle görüşmesinde açık sözlüydü. Ona, Şah rejimini devirdikten sonra programının ikinci maddesinin “kâfir Baas rejimini” devirmek olduğunu söylemişti. Humeyni'nin hayali, özellikle İran'ın Irak ile savaşta üstünlük sağlamasıyla birlikte Saddam rejimini devirmekti. Gelgelelim uluslararası güç dengesi Humeyni'nin hayalini gerçekleştirmesine izin vermediği için ateşkes zehrini yudumlamayı kabul etti.
Karşı tarafta Saddam, Kuveyt'i işgal ettiğinde güç dengesinin gerçeklerini görmezden geldi. Eski Yemen dışişleri bakanı Ebu Bekir el-Kirbi'nin gazetemize söylediği gibi, ABD'nin Irak'ı işgalini engelleme gereğini de görmezden geldi ve bunu “Arap ulusunun onuru için bir mücadele” olarak değerlendirdi.
Geçmişi bırakıp bugüne bakalım. İsrail Hava Kuvvetleri “Esed ordusunun” silahlarını imha etmeye başladığında, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın güç dengesine önem vermekten başka seçeneği yoktu. İsrail'in İran'ı Suriye'den kovmayı ve Lübnan Hizbullahı'na ve liderliğine canını yakan bir darbe indirmeyi başarmasının ardından güç dengesindeki oransızlık daha da kötüleşti. Suveyda'da son kriz patlak verdiğinde ise Şara'nın yine güç dengesinin dayatmalarını göz önünde bulundurmaktan başka seçeneği yoktu.
Cumhurbaşkanı Joseph Avn ve hükümeti, güç dengesinin ciddiyetini ve “Tufan” sonrasındaki değişimlerini deneyimliyor. İsrail insansız hava araçları Lübnan hava sahasını ihlal etmeye ve suikastlar düzenlemeye devam ediyor. Cumhurbaşkanı, Hizbullah'ın silahsızlandırılmasının, Lübnan'ın yeniden inşa yardımı alma aşamasına girmesi için ABD’nin ve uluslararası toplumun koşulu olduğunu biliyor. Güç dengesinin zehirlerini ve bunun Filistin Ulusal Otoritesi’ne dayatmalarından ise bahsetmiyoruz bile.
Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki meşhur saldırısını takip eden dönemde İsrail, intikam ve zafer çılgınlığına kapıldı. ABD destekli savaş makinesinin Gazze'yi yerle bir edebildiği, çeşitli haritaların hava sahasına kontrolünü dayatabildiği ve Suriye ile Lübnan'a saldırılar düzenleyebildiği inkâr edilemez.
Mevcut güç dengesi ortada. Filistinliler haklarını ne şimdi ne de yakın gelecekte güç kullanarak geri alamazlar. Aynı şey, birliği ve birlikte yaşamayı koruyan, istikrar ve refaha kapı açan bir kurumlar devleti inşa etmeyi önceliklendirmesi gereken Suriye için de söylenebilir. Keza Lübnan Hizbullahı ne şimdi ne de yakın gelecekte İsrail'e karşı yeni bir savaş başlatacak güçte değil.
Böylesine önemli bir güç dengesizliği karşısında zayıf tarafın uluslararası meşruiyete başvurmaktan başka seçeneği yok. Uluslararası meşruiyet ilkeleri, güç dengesinin dayattığı adaletsizliğe karşı korunmaya yardımcı olur. Aynı zamanda, temel meseleye de değinmek, yani Ortadoğu'nun istikrarsızlaşmasının temeli olan Filistin halkına yapılan haksızlığın da ele alınması gerekiyor.
Güç dengesinin zehirleri, ancak adil bir barışı garanti altına alan uluslararası meşruiyet ilkelerine geri dönülerek azaltılabilir. Bu nedenle, Suudi Arabistan'ın aktif ve etkili bir rol oynadığı iki devletli çözüm savaşının önemi daha da artıyor. Bu savaşın son gelişmelerinden biri, Fransa Cumhurbaşkanı'nın ülkesinin Filistin devletini tanıyacağını açıklamasıydı.
Baskı, güç ve yok sayma politikaları, Ortadoğu'nun bir barut fıçısı üzerinde uyumasına neden olurken, ülkelerinin yoksullukla mücadele etmek, yerinden edilmiş kişilerin koşullarını iyileştirmek, kalkınma mücadelesine katılmak ve çağa ayak uydurmak için kendilerini toplamaları gerekiyor. Çözüm, güç dengesinin dayatmalarına boyun eğmek değil, uluslararası meşruiyetin rolünü yeniden canlandırmak için mevcut tüm kartları kullanmaktır.